30 Haziran 2014 Pazartesi

Çin'in Afrikadaki Varlığı ve Bunun Batıdaki İz Düşümü


-Çin’in Afrika’daki Varlığı
Tarihinde, 19. Yüzyılın başlarına kadar dünyanın diğer bölgelerine göre oldukça gelişmiş bir ülke olan Çin, batıdaki sanayileşme devrimi sonrasında Avrupalı devletlerin yakaladığı teknolojik gelişim ve deniz aşırı ticaret karşısında duramamış ve hızlı bir çöküş yaşamıştır. Dünya güç dengesinde İngiltere, Almanya, Japonya, Rusya ve daha sonra ABD gibi güçler ön plana çıkarken, Çin geri planda kalmıştır.
Ne var ki, Soğuk Savaş’ın sona ermesinden sonra ‘küreselleşme’ dünya ekonomisinde ve siyasetinde yeni bir vizyonun oluşmasına neden olmuştur. Bu değişimi zamanında sezen Çin ise, sahip olduğu tarihi, kültürel ve sosyo-ekonomik potansiyelini harekete geçirerek, yükselişe başlamıştır. Gerçekten dünya ekonomi tarihinde çeyrek yüzyıl içinde hiçbir ülke Çin kadar hızlı büyümemiştir. Vatandaşlarının yaşam standardını bu kadar hızla yükseltememiştir. Çin Soğuk Savaş sonrasında mevcut kapasitesini ve küreselleşmenin sağladığı imkânları gerçekçi ve akılcı bir şekilde değerlendirerek, tutucu ve kalıplaşmış politikaları bir tarafa bıraktı. Değişen koşullarda sahip olduğu özelliklerden azami faydalanacak şekilde yeni politikalar belirledi ve bunları başarıyla uyguladı. Bu sayede Çin, sadece uluslararası ticaret ve yatırımda değil, küresel jeopolitik rollerin belirlenmesinde, enerji güvenliği ve çevre kirliliği senaryolarında, yeni toplum mühendisliği çabalarında dünyanın dengelerini temelden etkilemeye başladı.  Bu bağlamda hiç kuşkusuz Çin’in son dönemdeki, Afrika bölgesinde de göstermiş olduğu enerji alanındaki bazı faaliyetler dikkat çekici olmaktadır.
            Peki ama Çin’in bu politika ve uygulamalarının altındaki neden ya da nedenler nelerdir? Bu politikalarını uygularken kullandığı araç ve stratejileri nedir? Ve tabii ki en önemli boyutlardan biri olarak, tüm bunlara karşı dünya üzerindeki diğer büyük güçlerin ki burada asıl kasıt ABD’dir, bu duruma tepkileri ne ölçüdedir?
-Çin’i Buna İten Neydi?
Çin’in hızlı ekonomik yükselişi bir sır değildir. Başta ABD olmak üzere Batılı ülkelerin pazarlarında önemli bir paya sahip olmaya başlayan Çin, ihracata dayalı ekonomik kalkınmasını çok sağlam temellere oturtma başarısını da göstermiştir. Ciddi miktarlarda üretim, ucuz işgücü ve yüksek ihracat rakamlarına dayalı ekonomisini dönüştürmeyi başaran Çin, bu anlamda liberal ekonomiler ile rekabet edebileceğinin de sinyallerini vermektedir.[1]
Ne var ki, Çin’in bu yükselişi yerel arz ve talebi arasında giderek büyüyen uçurumun oluşmasına sebep olmuştur. Ve ihtiyaç duyduğu enerji kaynaklarını sağlamak için dışarıya bakmak ve dolayısıyla da geleneksel kendi kendine yeterlilik politikasını terk etmek zorunda kalmıştır. [2]
Teorik açıdan bakıldığında Çin’in dış petrol kaynaklarına yönelmesi ve enerji politikasını yabancı petrol teminine dayandırması 1960’lı ve 1970’li yılların ekonomik açıdan kendi kendine yeterlilik politikasına aykırılık teşkil etmektedir. Sovyet danışmanların ülkeyi terk etmesi ile ortaya çıkan krizden ders alan Çinli yöneticiler bu uzmanların ülkenin enerji politikasında 1950li yıllarda oynadıkları önemli rolü ve onların ayrılmaları ile meydana gelen boşluğu dikkate alarak özellikle enerji alanında kendi kendine yeterliliğin önemini fark etmişlerdir. 
  1



[1] David Hale ve Lyric Hughes Hale, “China Takes Off,” Foreign Affairs, Cilt 82, No. 6 (2003): 36-46.
[2] Erica Strecker Downs ‘’China’s Quest for Energy Security’’ chp-3



a)Ekonomik Dönüşüm
Söz konusu ülke, Batı’nın yavaş yavaş terk etmeye başladığı kitlesel sanayi üretiminin yeni evi olarak değerlendirilmektedir. Zira sanayi üretimi Batı’da demokrasinin gelişmesiyle birlikte giderek pahalılaşmıştır. Demokratikleşmede gerilerde bulunan Çin’de de işçi ücretlerini yükseltebilecek sendikal haklar Batıya oranla bulunmamaktadır. Bu durum Çin’de ki işgücü maliyetlerini, gelişmiş ülkelere kıyasla 15 ila 30 kat daha avantajlı konuma getirmektedir. Dolayısı ile Çin, sermaye yatırımlarında önemli avantajlar sağlamaktadır. Örneğin, Çin’de fabrika inşasıyla makine teçhizat imalatı ABD’den %70 daha ucuza yapılabilmektedir.[3]
Bunlara bir de hükümet teşvikleri eklendiğinde, Çin’e sanayi üretimi yatırımı yapmak pek çok gelişmiş ülke şirketi için inanılmaz cazip bir alternatif haline dönüşmektedir. Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Kongresi-UNCTAD (United Nations Conference on Trade and Development)’nin raporuna göre Çin, dünyadaki en çok tercih edilen yatırım bölgesidir.[4]
Ne var ki Çin, son dönemde, kendisinin yalnızca bir yatırım merkezi olmadığını gösteren bir hareketlenme içerisindedir. Çünkü tüm bu kalabalık nüfus, ucuz iş gücü ve ekonomik büyüme Çin’e oldukça büyük bir enerji ihtiyacı doğurmaktadır. Bu bağlamda Çin, küresel siyaseti ve ekonomisinde artık ülke dışından sermaye alan bir ülke olmaktan çıkıp, yavaş yavaş ülke dışına sermaye akıtan bir görünüme bürünmektedir. Öyle ki, resmi rakamlara göre her yıl 30.000’in üzerinde Çinli firma, dış pazarlara oldukça büyük yatırımlar yapmaktadırlar. Fortune dergisinin 1995’te yayınlamış olduğu “500 Büyük Firma” listesinde yalnızca 3 Çinli firma bulunuyorken, bu sayı 1999’da 5’e, 2003’te 11’e yükselmiş, 2006 ve sonrasında bu sayı 20’li rakamlara ulaşmıştır. İşte bu noktadan hareketle, Çin’in bu dönüşümü gerçekleştirebilmesi için kendisinden daha ucuza üretim yapabilecek, daha ucuz işgücü sağlayabilecek, ücretsiz arsa sağlayabilecek bölgelere ihtiyacı gün yüzüne çıkmaktadır. Ve işte Çin’in Afrika’ya giderek artan ilgisi ve eylemlerinin başlıca nedenlerinden birisi özetle bu ekonomik dönüşümdür.
b)Enerji İhtiyacı
Bu ekonomik dönüşüm çerçevesinde geniş kömür yataklarına sahip olan Çin, ihtiyaç duyduğu petrolün yarısını ithal etmek zorunda kalmaktadır. Yerli kaynakları ile enerji ihtiyacının yaklaşık yüzde 90’ını karşılayabilen Çin, konu petrol olduğunda ciddi sıkıntılar yaşamaktadır. Örneğin, 2000 ile 2005 yılı arası dönemde Çin’in enerji tüketimi yüzde 60 oranında arttırmıştır.
2


[3] The Boston Consulting Group (2006) Organizing for Global Advantage in China, India, and Other Rapidly Developing Economies
[4] UNCTAD (2008) World Investment Report 2008, UN, New York and Geneva, s.33



2020 yılında Çin’in petrol ihtiyacının yüzde 80’ini ithalat yolu ile karşılayacağı öngörülmektedir[5] Bugün Çin, dünyanın en büyük ikinci enerji tüketicisi ve en büyük üçüncü üreticisi konumundadır. 1993 yılında petrol konusunda kendi kendine yeterli olan Çin, 2003 yılında ise ABD’den sonra en büyük ikinci petrol tüketicisi durumuna gelmiştir. Bir yıl sonra ise ABD ve Japonya’dan sonra en büyük üçüncü petrol ithalatçısı konumuna yükselmiştir. Tablo 1’de 2010 yılının petrol ithalat oranına göre ilk o ülkesini görmek mümkündür.
Tablo 1:


3



[5] Erica Downs, “China,” Energy Security Series, The Brookings Foreign Policy Studies, Brookings Institution, Aralık 2006-s.1.



Hâlihazırda petrol, Çin’in yüksek miktarlarda ithal ettiği tek enerji kaynağıdır. Bu nedenle de petrol ile ilgili ihtiyaçları ve yönelimleri Çin’in dış politika davranışlarını önemli ölçüde etkilemektedir. Uluslararası Enerji Ajansı (International Energy Agency-IEA) verilerine göre 1993 yılına kadar net bir petrol ihracatçısı olan Çin 2000 sonrası dönemde dünyadaki petrol talebinin yüzde 27’sinden sorumlu olurken,2004 yılında ise yüzde 40’ını Çin’in petrol ihtiyacı oluşturmaktaydı.[6]
Tablo 2:
4


[6] China’s Energy Security and Its International Relations Zha Daojiong




             Çin’in petrol ihtiyacı, talebi ve tüketimi artmaya da devam edecektir. Temel sorun, bu artışın hangi seviyede gerçekleşeceğidir. Çin’in dünyadaki toplam petrol talebi içindeki payı yüzde sekiz civarında iken talep artışındaki oranı yüzde 30’un üzerindedir. Bu da Çin’in petrol talebinin dünya ortalamasının oldukça üzerinde bir oranda arttığını göstermektedir.[7]
             Tahminlere göre 2020 yılında Çin’in petrol talebi günlük 10 ila 13,6 milyon varil civarında olacaktır. Buna karşılık bu ülkenin günlük üretimi ise ancak 2,7 ila 4 milyon varil olarak tahmin edilmektedir. [8]
c)Siyasi Boyut
            Çin’in belirgin bir şekilde en fazla ithal ettiği enerji maddesi olan petrol aynı zamanda bu ülkenin dış politikasını ve uluslararası alandaki rolünü de önemli ölçüde
5


[7] Daniel Yergin, “Ensuring Energy Security,” Foreign Affairs, Cilt 85, No. 2 (2006): 69-82.
[8] Erica S. Downs, “China’s Role in the World: Is China a Responsible Stakeholder?” The Brookings Institution, US-China Economic and Security Review Commission (ABD-Çin Ekonomik ve Güvenlik İnceleme Komisyonu önünde açıklama), 4 Ağustos 2006.


etkilemektedir. Artan ithalat, tüketim ve hızlı ekonomik büyüme, yirmi yıl kadar önce net petrol ihracatçısı olan Çin’i petrol ve doğalgaz bağımlısı haline getirmiştir. Çin’in tüm bu gittikçe yükselen bir enerji ihtiyacından ve talebinden, ya da siyasi amaçlarından söz etmek mümkün olmasına rağmen, ülkenin enerji konusundaki problemlerinin altında kötü yönetimin izlerini de aramak yerinde olacaktır. Buna göre, bazı uzmanlar Çin yönetiminin talebi kısma yönünde adımlar atmadığını savunmaktadır. Bu çerçevede örneğin petrol kullanımını azaltabilecek petrol vergisi gibi tedbirlere başvurmaktan kaçındığı belirtilmektedir. Öte yandan, talebi kısacak tedbirler almaktansa Çin’in enerji ihtiyacını karşılayabileceği kaynakları çeşitlendirerek ve petrol zengini ülkeler ile yakın ilişkiler kurarak enerji güvenliğini sağlamaya çalıştığı söylenebilmektedir. Petrol ihtiyacını karşılarken kaynaklarını farklılaştırmanın ve zenginleştirmenin hayati bir öneme sahip olduğunu düşünen Çin yönetimi, özellikle Körfez ülkelerine olan bağımlılığını azaltıcı tedbirler almıştır. Ancak, bu tedbirlere rağmen uzmanlara göre Çin’in bölgeye olan bağımlılığında ciddi bir değişiklik yaşanmayacaktır.
Enerji konuları kaçınılmaz bir şekilde Çin dış politikasını etkisi altına almaktadır. Bu da dış politika davranışlarında Çin’in alternatiflerini önemli ölçüde sınırlamaktadır. Bu nedenle de Çin dış politikası, küresel enerji sistemine entegre olmayı sağlayacak şekilde tasarlanma zorunluluğu ile karşı karşıya kalmaktadır.[9] Aynı bağlamda, siyasi açıdan da BM’de güvenlik konseyi ayrıcalığı ile birlikte Afrika ülkelerinin desteğini sağlayarak önemli bir blok oluşturmak arzusu gibi bazı diğer nedenleri de Çin’in Afrika’daki varlığı anlamlandırmak bağlamında göz önünde bulundurmak mümkündür. Birleşmiş Milletler’de 53 ülkeyle temsil edilen Afrika kıtası hem uluslararası siyasi kararların alınmasında çok etkili bir bölge hem de dünyanın yeni ucuz üretim sahası olma ihtimalini barındıran bir enerji ve maden yatağıdır. Bu nedenle Çin açısından Afrika kıtası gerek siyasi bir manevra alanı olarak, gerek de barındırdığı müthiş enerji kaynaklar ve ekonomik üretim avantajları bağlamında oldukça önemli bir coğrafi bölge haline gelmektedir. Çin bu bağlamda Afrika’ya büyük oranda yatırımlar ve yardımlar gerçekleştirmektedir. Bu süreç dünyadaki siyasi yapıyı ve üretim süreçlerini doğrudan etkileyecek bir gelişmeye işaret etmektedir.
6


[9] “China’s Worldwide Quest for Energy Security,” International Energy Agency, 2007.s.11



-Çin’in Bölgedeki Araçları
Bugün dünya genelinde, Mohan ve Power’ın da dediği gibi Çin-Afrika ilişkileri üzerine oldukça zengin bir akademik dünyaya sahip değiliz.[10] Öte yandan da son yıllarda Çin’in Afrika’ya yönelik olarak gerçekleştirdiği büyük bir eylem dizisine şahit olmaktayız. Yukarıda bahsedildiği gibi, geleneksel olarak bölgeye genelde mesafeli duran Çin, artan petrol ihtiyacını daha rahat karşılayabilme arzusu ile hareket ederek diğer bölge ve ülkeler ile yakın ilişkiler kurma politikası izlemiştir ve bu çerçevede de Afrika kıtasında yapılan petrol yatırımları dikkat çekicidir. Aslında Çin’i böyle bir yol izlemeye iten en temel neden, bu yöntemin, uluslararası piyasalardan petrol satın almaya göre daha karlı ve güvenilir olduğu düşüncesidir.
Çin, bölgedeki bir dizi faaliyetleri çerçevesinde bölge ile kurduğu ilişkilerinde özel şirket girişimleri lehine uygun ve vadeli krediler vermek, elverişli ticaret koşulları politikası yürütmek, ya da ilişkilerin daha da güçlenmesi ve genişlemesi için devamlı yüksek düzeyde ziyaret ve görüşmeler gerçekleştirmek gibi çok çeşitli stratejiler izlemektedir. Öyle ki Çin’in bölgedeki planlarını ve kullandığı araçlarını, rakamsal göstergelere bakarak dahi anlamak mümkündür. Örneğin Çin, yalnızca Sahra Altı Afrika ülkeleri ile 2001–2005 yıllarında 300’den fazla ticari anlaşma ve kontrat imzalamıştır. Bunun yanı sıra özellikle petrol sektöründe bölgeyle işbirliğini genişletme çabasında olan Çin, son yıllarda tarım, balıkçılık, tekstil, enerji ve diğer sanayi alanlarında da bölgede 800’den fazla projenin de gerçekleşmesini sağlamıştır.
  Ülkenin bölge üzerindeki ilk aracı, 2000 yılında Çin Devlet Başkanı Jiang Zemin’in girişimi ile tüm bu stratejileri çerçevesinde, 44 Afrika ülkesi ile ticaret ve ortaklık geliştirmek amacı ile Çin-Afrika İşbirliği Forumu’nun (FOCAC) kurulması şeklinde tanımlanabilir. Özünde forumun amacı, Çin ile Afrika ülkeleri arasındaki ilişkilerde siyasi eşitlik, karşılıklı güven ve fayda ile kültürel değişim ilkelerine dayanan bir stratejik ortaklıktır. 2000 yılındaki ilk FOCAC toplantısına 44 Afrika ülkesinin temsilcileri katılmıştır. Bu toplantıda taraflar Çin- Afrika Ekonomik ve Sosyal Kalkınma İşbirliği’ni ilan etmişler ve Çin ile Afrika’nın ortak kalkınmasını sağlamak amacıyla ekonomi, ticaret, finans, tarım, tıbbi bakım ve halk sağlığı, bilim ve teknoloji, kültür, eğitim, insan kaynakları gelişimi ve gerekli görülen diğer tüm alanlarda işbirliği ve dayanışma içinde olacaklarını açıklamışlardır. FOCAC toplantısının ikincisi 2003 yılında Etiyopya’nın başkenti Addis Ababa’da, 2004–2006 yılı Eylem Planı’nın kabulü ile sonlanmıştır. Üçüncü zirve toplantısı ise yine Pekin’de 4 Kasım 2006 tarihinde gerçekleştirilmiştir. Özetle belirtmek gerekirse Çin, FOCAC çerçevesinde 2000 yılından bugüne kadar Afrika ülkelerine 1,5 milyar dolar değerinde borç vermiş ve bu ülkelerden yaptığı ithalatın çoğunu gümrük vergisinden muaf tutmuştur. 2000 yılında yapılan bir anlaşma ile de Afrika ülkelerinin Çin’e olan borçları derece derece silinmektedir. Çin’in bu ülkelere yaptığı ekonomik yardımın miktarı 2006 yılına kadar 5,74 milyar dolar olurken, 2006 yılında gerçekleştirilen FOCAC zirvesinde 5 milyar dolarlık yardım anlaşmaları imzalanmıştır. 
7


[10] Mohan, Giler & Power, Marcus (2008) “New African Choices? The Politics of Chinese Engagement” Review of African Political Economy, Vol. 35 No.1, s.24


    
            Tüm bu projeler, anlaşmalar ve ticari ilişkilerin aracılığıyla Afrika ülkelerinden Çin’e yapılan ihracat 2001 ve 2006 yılları arasında her yıl yüzde 40 oranında artmıştır.[11] Çin ile Afrika ülkeleri arasındaki ticaret hacmi ise 2007 yılında 73,31 milyar dolara ulaşmıştır. Ve bununla birlikte Çin’in, ABD ve Fransa’nın ardından Afrika ülkeleri ile en çok ticaret yapan ülke konumuna geldiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Tablo 3’de 2006 yılında, bölge ülkeleriyle gerçekleştirilen ticaret oranlarını görmek mümkündür.

Tablo 3:
         Kaynak: China Ministry of  Commerce-25.04.07
8


[11] Aning, Kwesi & Lecoutre, Delphine (2008) “China’s Ventures in Africa”, African Security Review, Vol.17, No.1, Mart, ss.39–52



Ne var ki, yabancı ülkelerde bulunan Çinli petrol şirketlerinin varlığı ve bu şirketlerin petrol arama gibi çok yönlü faaliyetlerde bulunmaları, Çin’in tamamen ithalata dayalı bir enerji politikasının izlenmediğini göstermektedir ki bu da Çin’in gayet ihtiyatlı hareket ettiğinin bir işaretidir. Çin gerçekleştirmiş olduğu bu ekonomik girişimlerin bir düzensiz eylemler dizisi olmadığını da, 2006 yılında açıkladığı “Çin’in Afrika Politikası” belgesi ile ortaya koymuştur.
Çin’in bölgedeki stratejileri bağlamında ikinci olarak, enerji güvenliği anlamında merkezi hükümetin destek ve teşviki ile milli petrol şirketlerinin (National Oil Companies-NOCs)  ülke dışında petrol yatırımları yapmalarını sağlaması oldukça önemli yer tutmaktadır. Çin yönetimi, yatırım yapılması halinde devlet teşviki verilecek olan ülkeler listesi hazırlayarak petrol şirketlerinin hangi bölgelere öncelik vermeleri gerektiğini ifade etmiştir.[12] Böylece kamu şirketi olan ulusal petrol şirketlerini yabancı ülkelerde petrol varlıkları satın alma amacına hizmet ettirmiştir. Bu bağlamda, Çin hükümeti üç petrol şirketi kurmuştur; bunlardan Çin Ulusal Kıyı-şeridi Petrol Şirketi-CNOOC (China National Offshore Oil Corporation) kıyı petrollerini kontrol edebilmek amacı ile 1982 yılında, Çin Ulusal Petrokimya Şirketi-Sinopec (The China National Petrochemical Corporation) rafine ve pazarlama amaçlı olarak 1983’te faaliyete başlamıştır. 1988 yılında kurulan Çin Ulusal Petrol Şirketi-CNPC (The China National Petroleum Corporation) ise petrol arama ve üretim amaçları taşımaktadır.[13]
Bu ulusal petrol şirketleri Cezayir, Angola, Moritanya, Çad, Nijerya, Libya, Ekvator Ginesi, Gabon, Somali, Sudan, Kenya, Fildişi Sahilleri ve Nijer’de önemli petrol yatırımları yapmışlardır. Örneğin Çin Ulusal Petrol Şirketi’nin 1999 yılından bu yana
9


[12] David Zweig ve Bi Jianhai, “China’s Global Hunt for Energy,” Foreign Affairs, Cilt 84, No. 5 (2005): s:31
[13] Erica Strecker Downs ‘’China’s Quest for Energy Security’’ chp-3


ülkedeki rafineri ve boru hatları için 3 milyar doların üzerinde yatırım yapmış olması ve halen Sudan’daki petrol yataklarını elinde bulunduran Büyük Nil Petrol İşletmeleri Şirketi’nin büyük miktarda hissesine sahip olması dikkat çekicidir. CNPC adlı bu petrol şirketi, Sudan’ın petrol üretiminin yüzde 70’ini kontrol etmektedir. Hiç kuşkusuz Çin milli petrol şirketlerinin amaçlarından bir tanesi küresel piyasalarda Çin’in petrol ihtiyacını karşılamak ise de bu şirketlerin tek amacı bu değildir. Devletin kısmi bir denetim ve kontrolünün söz konusu olduğu bu şirketler temel bazı piyasa motifleri ile de hareket edebilmektedir. Diğer bir somut örnek olarak ise, Ocak 2006’da Çin Ulusal Offshore Petrol Şirketi’nin Nijerya’nın petrol ve doğalgaz yataklarına 2,27 milyar dolarlık bir yatırım yapmış olduğunu görmekteyiz. Ancak tüm bunların yanı sıra belirtmek gerekir ki, bölge stratejileri kapsamındaki bu şirket araçlarının varlığına ek olarak, Çin’in Sudan’daki petrol borularının korunması için ülkeye dört bin asker göndermiş olması gibi bazı farklı ve siyasi dikkat çekici noktalara da zaman zaman rastlamak pek ala mümkündür. Özetle bu tablonun doğal bir sonucu olarak adı geçen ülkelerde CNPC gibi özel şirketlerin aracılığı ile geliştirilen iş ortaklıkları ve yapılan yatırımların yanı sıra Çin, bu ülkelere yönelik dış yardım ya da silah satışı gibi birbirinden farklı ancak etkili yöntemleri de devreye sokarak kıtada var olmaya ve bu yolla da enerji ihtiyacını güvence altına almaya çalışmaktadır.[14]
Bunun yanı sıra, hiç kuşkusuz Çin siyasi idaresinin ulusal petrol şirketleri ile olan ilişkisinin yerel düzeyde sürtüşmelere de sahne olabileceği ihtimaller dahilindedir. Zira ilerleyen dönemlerde NOC’ların daha fazla özerklik talep edecekleri beklenmektedir. Ancak Çin, ulusal enerji politikasının ve enerji güvenliğinin uluslararası enerji güvenliği
10


[14] Chris Alden, “China in Africa,” Survival, Cilt 47, No. 3 (2005): 147-164.


ile yakından ilişkili olduğunun farkındadır. Bu nedenle de adımlarını buna uygun olarak atmaktadır. Buna karşılık bu şirketlerin Afrika pazarında halen görece olarak küçük oyuncular olduğunu da unutmamak da fayda vardır. Her ne kadar CNPC Sudan’da belirgin bir etkiye sahip bir aktör ise de bunun gibi birkaç küçük istisna dışında Çinli ulusal petrol şirketlerinin Afrika kıtasındaki varlıklarının büyüklüğü uluslararası petrol şirketlerinin varlıklarına göre oldukça düşük düzeydedir. Zira günümüzde Çin şirketlerinin Afrika pazarındaki toplam büyüklükleri, Afrika petrolüne yapılan toplam yatırımların %3’ünün biraz üzerindedir.[15]
Ülkenin bölgedeki eylemleri sırasında sahip olduğu bir diğer stratejisi ise gerçekleştirilen üst düzey ziyaretlerdir. Öyle ki, FOCAC’ın kurulmasını takip eden altı yıl içinde Çin’in Afrika bölgesindeki stratejileri kapsamında, bölge liderleri karşılıklı 180 ziyarette bulunmuştur. Gerek FOCAC bünyesinde gerekse harici olarak, kara kıtayı en yüksek devlet adamı düzeyinde sık sık ziyaret etmeyi de ihmal etmeyen Çin’in Dışişleri Bakanı 2006 yılının Ocak ayında Batı Afrika’da bulunmuştur. Aynı yılın Nisan ayında ise Çin Devlet Başkanı Nijerya, Fas ve Kenya’ya ziyaretlerde bulundu. Haziran ayında da bu kez Çin Başbakanı bir ay içerisinde tam yedi Afrika ülkesinde temaslar gerçekleştirdi. Çin Cumhurbaşkanı ise 2007’nin Şubat ayında sekiz Afrika ülkesine düzenlediği ziyaret dizisinde milyarlarca dolarlık yardım kredisi dağıtmıştır.
Tüm bunlara ek olarak, Çin’in bölgede sosyal ve kültürel eylemler dizisi ile imajını koruma ve ilişkilerini geliştirme noktasında bazı araçlara sahip olduğunu da söylemek yanlış olmayacaktır. 2006 yılı sonunda, Çin’in Afrika ülkelerinde geliştirdiği sosyal projelerin sayısı 900’ü bulmuştur. Örneğin, 18 bin Afrikalı öğrenciye hükümet bursu verilmiştir. Bunun yanı sıra bu ülkelere gönderilen sağlık görevlilerin sayısı 16 bini bulurken, hizmet verdikleri Afrikalı vatandaş sayısı 240 milyon olmuştur.
11


[15] Erica S. Browns, “The Fact and Fiction of Sino-African Energy Relations,” China Security, Cilt 3, No. 3 (2007): 42-68.



Bunlara rağmen, giderek artan enerji güvenliği problemi ile nasıl baş edileceği konusunda Çin yönetiminin kafası karışık gözükmektedir. Sonuç olarak, Çin’in ekonomik büyümesi ve de rejimin istikrarı büyük ölçüde karşılanabilir petrol ve diğer enerji kaynaklarının varlığına bağlıdır. Enerji güvenliğinin öncelikli bir konu haline gelmesi ile birlikte Çin yönetimi de ülkenin petrol arzını güvence altına alabilmek için küresel ölçekli bir dış politika atağı başlatmıştır. Bu atağı çerçevesinde Afrika bölgesinde uyguladığı tüm stratejileri dışında, Çinli idareciler bu stratejilerine ve bunların kapsamında kullandığı araçlarına ek olarak, hiç kuşkusuz ülke merkezli bazı önlemler de alma yoluna gitmişlerdir. Örneğin, talep konusunda biraz daha ılımlı bir politikayı tercih eder bir görüntü verme çabası içerisindedirler. Çin neo-merkantilist bir strateji izleyerek yabancı petrol alanlarında Çin şirketleri aracılığı ile kontrol sağlamayı amaçlamaktadır.[16] Ancak bunu yaparken ABD’yi tehdit eden bir süper güç olmaya aday olduğu şeklindeki yaygın kanaatin doğurduğu ya da doğuracağı olumsuzluklardan etkilenmemek için de son yıllarda daha ihtiyatkâr bir tutum benimsemeye çalıştığı gözlemlenmektedir.
12


[16] Heinrich Kreft, “China’s Energy Security Conundrum,” The Korean Journal of Defense Analysis, Cilt XVIII, No. 3 (2006): 107-120.



-Çin’in Afrika’daki Varlığının Batıdaki İz Düşümü
Yakın bir zamana kadar Çin’in ekonomik yükselişine sadece Çin’in kendi perspektifinden bakılmaktaydı. Ancak bu yükselişin bütün dünya ekonomisini ilgilendirir bir hal alması, başta ABD olmak üzere tüm Batının dikkatlerinin bu ülkeye çevrilmesine yol açmıştır. Artan petrol fiyatları ve zamanla derinleşen petrol krizi ile Çin’in yükselişi, bu ülkenin bir enerji tehdidi olarak algılanmasına neden olmaktadır.[17] Özellikle dünya ekonomisini ve siyasetini uzun bir süredir domine eden ABD için, Çin’in bu ekonomik yükselişi farklı bir takım nedenlerden dolayı oldukça dikkat çekici bir hal almıştır. Bu nedenlerin ilki Amerikan şirketlerinin Çin’de 50 milyar doların üzerinde yatırım yapmış olmalarıdır. Bunun yanı sıra Çin’in ABD’ye yönelik giderek artan ihracatı da ABD’de enflasyon rakamlarının düşük seviyede seyretmesinde en önemli faktörlerden biri olarak gösterilmektedir. Tüm bu olumlu gibi görünen tablonun altında, ABD’yi endişelendiren pek çok gelişme vardır. İlk olarak Çin ile ikili ticaretin 200 milyar dolar açık vermiş olması bunun en sağlam nedenlerinden birisidir. Bunun yanında, Çin’deki ciddi boyutlara ulaşmış fikri mülkiyet hakkı ihlalleri de ABD’li üreticilerin oldukça önemli zararlar ile boğuşmasına neden olmaktadır. Ancak belki de tüm bunlardan çok daha önemlisi, Çin’in giderek artan enerji iştahı ve ihtiyacı realitesi ABD’nin en önemli endişe kaynağını oluşturmaktadır. Öyle ki, Çin’in artan petrol ihtiyacı ve talebi ham petrol birim fiyatlarının artışına katkıda bulunmuş bu da dolaylı olarak Amerikan ekonomisi üzerinde olumsuz etkilerin oluşmasına sebep olmuştur. [18]
  ABD ve daha da genellemek gerekirse tüm Batı dünyasının bu endişe ve tutumları hiç kuşkusuz bir anda ortaya çıkmamıştır. İlk etapta Ortadoğu’daki gelişmeler sebebiyle,
13


[17] Wu Lei ve Liu Xuejun, “China or the United States: Which Threatens Energy Security?” OPEC Review, 2007, 215-234.
[18] Jeffrey A. Bader, “China’s Emergence and its Implications for the United States,” John L. Thornton China Center, The Brookings Institution, Washington, 14 Şubat 2006.




Çin’in Afrika kıtasına artan ilgisi Batı’da yeteri kadar ilgi görmemiştir.[19] Ancak zamanla, Çin’in ulusal petrol şirketleri aracılığı ile Afrika’da enerji güvenliğini sağlama arayışları ABD’yi ve Avrupa’yı endişelenir hale gelmiştir. Çin’in bölgedeki girişimleri, bu ülkelerin kıtadaki çıkar ve politikalarına tehdit olarak algılanmaktadır.[20] Batılı ülkeler Çin’i, ulusal petrol şirketleri yolu ile merkantilist bir politika izlediği yönünde suçlamaktadırlar. Onlara göre kendileri böylesi bir politikayı çok önceden terk etmişlerdir. Ayrıca yine Çin’in bu politikasının enerji darboğazına neden olduğunu da ileri sürmektedirler.[21] Çin’in petrol politikası da yine özellikle ABD ile belirli bir oranda gerginliğe sebep olmuş durumdadır. Bu çerçevede Çin’in Sudan ve İran ile olan ilişkilerinin farklı zeminlerde ilerlediğine dikkat çekmek gerekir. Sudan’da petrol yatırımlarına ağırlık veren Çin, İran ile ticaret ilişkilerini güçlendirmek amacındadır.
         Çin’in Afrika bölgesindeki başta petrol olmak üzere doğal kaynaklarına gösterdiği ilgi ve bölge ülkelerine yaptığı yardımlar, gerçekleştirdiği altyapı projeleri ve bu ülkelere, siyasal rejimlerine bakmaksızın verdiği krediler, başta ABD olmak üzere diğer batılı ülkelerin Afrika’ya karşı olan rejimlerine yönelik politikalarını da hiç kuşkusuz etkilemiştir. 2000 yılında Pekin’de gerçekleştirilen ilk Çin Afrika İşbirliği Forumu (Forum for China Africa Cooperation-FOCAC) ile Çin’in Afrika’ya yardım hususunda “koşul yok” siyasetiyle Afrika çevrelerinde takdir toplaması, batı çevrelerinde tartışma yaratmıştır. Çin’in bu yaklaşımının ardında ise Çin dış politikasının, ekonomik ilişkiler kurmak istediği ülkelerin iş içlerine karışmamak üzerine kurgulanmış olması temeli vardır. Öyle ki, Çin bölgede Avrupa’dan farklı olarak, şartlar koşmamakta, kendi değerleri olduğunu iddia ettiği bir dizi kuralı dayatmamaktadır. Bu tutumunun haklılığınıda, Batı tipi demokrasinin Afrika’ya uymadığını, Kenya’da seçim sonrası yaşanan şiddet olaylarını örnek göstererek açıklamaya çalışmaktadır. Çin’in bölge ülkelerine yardımı, Afrikalı hükümetlerin danışmanlığında olmakta ve doğrudan projelere odaklıdır. Kâr paylaşımı ile “ortak çıkar” üzerine kurulu olan bu yardım stratejisi klasik batı yaklaşımı ile karşıt bir yaklaşım oluşturmaktadır. Zira Çin alternatifi ortaya çıkana kadar, Dünya Bankası (WB) ve Uluslararası Para Fonu (IMF) gibi batılı bağışçılar ya da kurumlar, önceliklerini Afrika hükümetlerine dayatmayı başarmaktaydılar. Ancak Çin’in “koşulsuz destek” hareketi ile birlikte, Batı’nın çeşitli siyasi dayatmaları ve demokratikleşmeyi şart koşarak hibe ve kredi vermesi olguları güç kaybeden yaklaşımlara dönüşmeye başlamışlardır. Bu durum ABD ve özellikle eski sömürgeci ülkeleri Afrika’ya yönelik yeni politikalar üretmeye sevk etmiştir.
 Yeni politika üretme çabaları bir yandan devam ederken, Çin’in bu stratejisinin önemli eleştiriler alması durumu da devam etmektedir. ABD ve batılı ülkeler tarafından yöneltilen ve Çin’in Afrika ülkelerindeki enerji kaynaklarını ele geçirmek için bu ülkelerin geleceğini hiçe saydığını öne süren bu eleştiriler, insan hakları, demokrasi ve silah satımı konularında yoğunlaşmaktadır. Avrupa bu konudaki ilk tepkilerini parlamento aracılığıyla vermeye başlamıştır. Öyle ki, Avrupa parlamentosunda bir grup milletvekili Çin’in Afrika’daki “politikasız yalnızca ticaret” yöntemini eleştiren bir karar yayınlamıştır. Kararda, Afrika’daki yatırımlarını hiçbir şarta bağlamadığı için baskıcı rejimlerin insan hakları ihlallerine destek verdiği iddia edilen Çin’e yönelik silah ambargosunun sürdürülmesi gerektiği savunulmaktadır. Yine bu bağlamda İngiliz hükümeti tarafından, tanınmış kişilerin oluşturduğu Afrika Komisyonu’na bir rapor hazırlattırılmıştır. Kamuoyunda “Blair Raporu” olarak da anılan 2005 tarihli bu rapor,
14


[19] Chris Alden, “China in Africa,” Survival, Cilt 47, No. 3 (2005): 147-164
[20] Erica S. Browns, “The Fact and Fiction of Sino-African Energy Relations,” China Security, Cilt 3, No. 3 (2007): 42
[21] Erica Downs, “China’s Quest for Overseas Oil,” Far Eastern Economic Review, Eylül 2007-s.53




Afrika’ya yönelik yeni bir bakış ile kıtada barış ve güvenlik başta olmak üzere önceliklerin sıralanması ve yapılması gerekenleri ele almaktadır. Üstelik bu raporda, Afrika’nın sorunlarının üstesinden gelmesi, 21. yüzyılda layık olduğu konuma getirilmesi için dünya ülkeleri ortak bir çabaya davet edilmektedir.
Öte yandan, Afrika ülkelerinin Çin’i algılayış biçimleri de, yine Afrika’nın batıyı algılayış biçiminden oldukça farklıdır. Çin’in sömürgeci bir geçmişinin olmayışı ve Afrika ülkelerini kalkınma sürecinde yoldaş olarak görmesi bu ülkelerin Çin’e bakış açısını şekillendirmektedir. Afrikalı siyasi liderler Batı’nın sağladığı yardımların bölge ülkelerinin yönetim biçimine karışmaları ve insan haklarının iyileştirilmesi gibi koşullara bağlı olarak verilmesini nahoş ve “yeni sömürgecilik” olarak tanımlamakta ve bu tavrı, kendi ülkelerine batı değerlerinin dayatılması olarak algılamaktadırlar. Diğer taraftan ise Çin’i başta Fransa, Birleşik Krallık ve ABD olmak üzere sömürgeci güçlerden farklı olarak, kıta için sermaye ve yatırım kaynağı olan bir ortak olarak değerlendirmektedir. Çin’in bu ülkelere Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya Bankası’nın aksine koşulsuz ve faizsiz veya cüzi miktarlarda faizlerle borç vermesi, bu uluslar için yalnızca ekonomik bir büyüme sağlamakla kalmamış, aynı zamanda siyasi cesaret de kazandırmıştır.
Tüm bu çıkar çatışması içerisinde, karşılıklı eleştiriler geliştirilen stratejilerle birlikte durumun çok farklı bir yönü de vurgulanmalıdır ki o da esas itibariyle Amerikan ve Çin petrol politikaları arasında ciddi benzerlikler olduğudur. Bu açıdan bakıldığında Amerikan yetkililerinin Çin’in enerji politikalarını eleştirmeleri aslında biraz da tezat teşkil etmektedir.[22] Çin ve Amerika dünyanın en büyük petrol tüketicisi iki ülkesidir. Bu nokta dikkate alındığında ABD ve Çin’in benzer kaygılarının olduğu kaçınılmazdır. Herne kadar iki ülke enerji ihtiyacının karşılanmasında birbirlerine dayanmasalar da aynı türden bir problem ile karşı karşıyadırlar. Bu da iki güç arasında en azından petrol konusunda işbirliği potansiyeli olduğu anlamına gelmektedir. Çin ve ABD’nin 1995-2005 yılları arasındaki enerji talebi ve ihtiyacındaki artış, toplam küresel petrol ihtiyacı artışının yüzde sekseninden fazlasına tekabül etmiştir. Yapılan tahminlere göre 2030’lu yıllarda her iki ülkenin toplam petrol tüketimleri toplam dünya petrol tüketiminin yüzde 80 kadarını oluşturacaktır. Bu da aslında her iki ülkenin de olası bir petrol krizinden eşit derecede sorumlu olduğu anlamına gelmektedir.
15


[22] Erica Downs, “China’s Quest for Overseas Oil,” Far Eastern Economic Review, Eylül 2007 Ss. 52-53.



Bu tablonun gösterdiği bir başka nokta da enerji güvenliğini sağlama açısından her iki ülkenin çatışmadan çok işbirliğine yönelik tedbirler almaları gerektiğidir.[23] İki ülke arasında işbirliğini zorunlu kılan bir başka neden de iki ülke ekonomisinin giderek birbirine daha bağımlı hale gelmesidir. Unutmamak gerekir ki, 2007 yılında iki ülke arasındaki ticaret hacmi 386,7 milyar dolar olmuştur.
Bu tablonun zorunlu kıldığı işbirliği ile ilgili olarak somut adımlar ilk olarak 2000’li yıllarda atılmaya başlanarak, 2004 yılında Çin-Amerikan Enerji Politikası Diyalogu (EPD) kurulmuştur. EPD’nin kuruluş amacı enerji politikaları konusunda karşılıklı görüş alışverişinde bulunmaktır. 2006 yılında EPD, Çin-Amerikan Stratejik Ekonomik Diyalogu (SED)’nun bir parçası haline getirildiyse de, belli periyotlarda toplanarak iki ülke arasında enerji konusunda işbirliğinin geliştirilmesi konusunda çözümler aramıştır. EPD’nin yapılan turlarında enerji politikası yapımı, arz güvenliği, düzenleme ile ilgili konular ile enerji verimliliği ve enerji teknolojisinin gelişimi gibi konular ele alınmıştır.
16


[23] Wu Lei ve Liu Xuejun, “China or the United States: Which Threatens Energy Security?” OPEC Review, 2007, 215-234.


Diyalog çerçevesinde Çin tarafı Amerikan enerji politikalarına adapte olmuş buna karşılık Amerikalılar da Çin’in beş yıllık plan çerçevesinde enerjiyoğunluğunu düşürmesi konusunda tecrübe edinmişlerdir.[24] ABD-Çin Stratejik Ekonomi Diyalogu’nun ikinci toplantısında ABD ve Çin küresel enerji güvenliğinin arttırılması için daha fazla adım atılması gerektiği üzerinde görüş birliğine varmıştır. ABD ve Çin enerji verimliliğinin arttırılması, enerji arz kaynaklarının çeşitlendirilmesi ve doğal kaynakların korunması konusunda stratejilerinin yakınlaştırılması için daha fazla çaba gösterecekleri garantisini vermiştir.[25] Dördüncüsü 4 Mayıs (2012)’da Beijing’de sona eren Çin-ABD Stratejik ve Ekonomik Diyalogu toplantısının ardından yayınlanan ortak basın metninde Çin ve ABD'nin ikili ilişkilerini ilerletmeyi kararlaştırdıklarına işaret edildi. Basın metninde, iki ülkenin acil çözülmesi gereken bir dizi bölgesel ve küresel konuda koordinasyon ve işbirliğini güçlendireceklerine, böylece 21. yüzyılda yeni tip ilişki kuracaklarına karar verildiği duyurulmuştur. 
17


[24] Richard Weixing Hu, “Advancing Sino-U.S. Energy Cooperation Amid Oil Price Hikes,” Brookings Northeast Asia, The Brookings Institution, Mart 2008
[25] “The United States and China: Addressing Energy Security, Climate Change, and Environmental Stewardship Together,”


-Sonuç
            19. Yüzyılın başlarına kadar dünyanın diğer bölgelerine göre oldukça gelişmiş bir ülke olan Çin, batıdaki sanayileşme devrimi sonrasında Avrupalı devletlerin yakaladığı teknolojik gelişim ve deniz aşırı ticaret karşısında duramayıp hızlı bir çöküş yaşadıysa da, 1949 yılından bu yana Çin’e genel hatlarıyla bakıldığında, dört defa dış politikasını değiştirdiği görülmektedir. 2000 yılına kadar olan dönemdeki Çin Dış Politikası'nın konusu; Soğuk Savaş dönemi Çin Dış Politikası, Çin'in Bağımsız Dış Politikası, Soğuk Savaş sonrası Çin'in Yeni Dış Politikası ile Çin'in Çok Yönlü Dış Politikası olarak ana hatlarıyla ayrılabilirken, ülkenin ABD, Rusya, Japonya, AB, Afrika, Ortadoğu, Türkiye, Orta Asya ve komşu ülkeler ile olan ilişkileri de bu süreçte belirleyici olmuştur. Çin Halk Cumhuriyeti dış politikasının en önemli unsurlarını 1990'lara kadar Sovyetler Birliği ve Amerika Birleşik Devletleri ile kurmuş olduğu ilişkiler oluşturmaktadır. Soğuk Savaş’ın sona ermesinden sonra da‘küreselleşme’ dünya ekonomisinde ve siyasetinde yeni bir vizyonun oluşmasına neden olmuştur. Çin yükselen ekonomik gücüne rağmen yeterli gücü oluşturuncaya kadar revizyonist bir dış politikadan daha çok statükonun korunmasına yönelik, barışçı bir dış politika takip etmiştir. Barış içinde bir arada yaşamak için de, şu beş temel koşulun gerçekleşmesi gerektiğini vurgulamaktadır; diğer ülkelerin egemenlik ve toprak bütünlüklerine saygı, mütekabiliyete dayalı olarak saldırmazlık, başka devletlerin iç işlerine karışmama, eşitlik ve karşılıklı fayda. Öte yandan, Çin eşitlik ve karşılıklı fayda ilkesi kapsamında büyük güçlerle ilişkilerini geliştirerek bu güçlerin, Çin’in hızlı gelişmesini engellemeye yönelik girişimlerini önlemeye çalışmaktadır. Bu kapsamda farklı stratejiler ve geliştirilen dış politikalar ışığında Çin’in Afrika bölgesinde varlığı da vücut bulur bir hal almıştır.
Bu politika ve uygulamalarının altındaki neden ya da nedenler neydi denirse de ekonomik dönüşümü, enerji ihtiyacı ve siyasi faktörler başlıca söylenebilir. Çin’in ekonomik yükselişi yerel arz ve talebi arasında giderek büyüyen uçurumun oluşmasına sebep olmuştur. Ve ihtiyaç duyduğu enerji kaynaklarını sağlamak için dışarıya bakmak ve dolayısıyla da geleneksel kendi kendine yeterlilik politikasını terk etmek zorunda kalmıştır. Bu ekonomik dönüşüm çerçevesinde geniş kömür yataklarına sahip olan Çin, ihtiyaç duyduğu petrolün yarısını ithal etmek zorunda kalmaktadır. Çin’in belirgin bir şekilde en fazla ithal ettiği enerji maddesi olan petrol aynı zamanda bu ülkenin dış politikasını ve uluslararası alandaki rolünü de önemli ölçüde etkilemektedir. Artan ithalat, tüketim ve hızlı ekonomik büyüme, yirmi yıl kadar önce net petrol ihracatçısı olan Çin’i petrol ve doğalgaz bağımlısı haline getirmiştir. Enerji konuları kaçınılmaz bir şekilde Çin dış politikasını etkisi altına almaktadır. Bu da dış politika davranışlarında Çin’in alternatiflerini önemli ölçüde sınırlamaktadır. Bu nedenle de Çin dış politikası, küresel enerji sistemine entegre olmayı sağlayacak şekilde tasarlanma zorunluluğu ile karşı karşıya kalmaktadır.
Ülkenin bölge üzerindeki ilk aracı, 2000 yılında Çin Devlet Başkanı Jiang Zemin’in girişimi ile tüm bu stratejileri çerçevesinde, 44 Afrika ülkesi ile ticaret ve ortaklık geliştirmek amacı ile Çin-Afrika İşbirliği Forumu’nun (FOCAC) kurulması şeklinde tanımlanabilir. Çin, bölgedeki bir dizi faaliyetleri çerçevesinde bölge ile kurduğu ilişkilerinde özel şirket girişimleri lehine uygun ve vadeli krediler vermek, elverişli ticaret koşulları politikası yürütmek, ya da ilişkilerin daha da güçlenmesi ve genişlemesi için devamlı yüksek düzeyde ziyaret ve görüşmeler gerçekleştirmek gibi çok çeşitli stratejiler izlemektedir.
İlk etapta Ortadoğu’daki gelişmeler sebebiyle, Çin’in Afrika kıtasına artan ilgisi Batı’da yeteri kadar ilgi görmemiştir.[26] Ancak zamanla, Çin’in ulusal petrol şirketleri aracılığı ile Afrika’da enerji güvenliğini sağlama arayışları ABD’yi ve Avrupa’yı endişelenir hale gelmiştir. Çin’in bölgedeki girişimleri, bu ülkelerin kıtadaki çıkar ve politikalarına tehdit olarak algılanmaktadır.[27] Batılı ülkeler Çin’i, ulusal petrol şirketleri yolu ile merkantilist bir politika izlediği yönünde suçlamaktadırlar. Onlara göre kendileri böylesi bir politikayı çok önceden terk etmişlerdir. Ayrıca yine Çin’in bu politikasının enerji darboğazına neden olduğunu da ileri sürmektedirler.
Öt yandan, Afrika ülkelerinin Çin’i algılayış biçimleri de, yine Afrika’nın batıyı algılayış biçiminden oldukça farklıdır. Çin’in sömürgeci bir geçmişinin olmayışı ve Afrika ülkelerini kalkınma sürecinde yoldaş olarak görmesi bu ülkelerin Çin’e bakış açısını şekillendirmektedir. Afrikalı siyasi liderler Batı’nın sağladığı yardımların bölge ülkelerinin yönetim biçimine karışmaları ve insan haklarının iyileştirilmesi gibi koşullara bağlı olarak verilmesini nahoş ve “yeni sömürgecilik” olarak tanımlamakta ve bu tavrı, kendi ülkelerine batı değerlerinin dayatılması olarak algılamaktadırlar.
Tüm bu çıkar çatışması içerisinde, karşılıklı eleştiriler geliştirilen stratejilerle birlikte durumun çok farklı bir yönü de vurgulanmalıdır ki o da esas itibariyle Amerikan ve Çin petrol politikaları arasında ciddi benzerlikler olduğudur.  Bu nokta dikkate alındığında ABD ve Çin’in benzer kaygılarının olduğu kaçınılmazdır. Bu da iki güç arasında en azından petrol konusunda işbirliği potansiyeli olduğu anlamına gelmektedir. Bu tablonun zorunlu kıldığı işbirliği ile ilgili olarak somut adımlar ilk olarak 2000’li yıllarda atılmaya başlanarak, 2004 yılında Çin-Amerikan Enerji Politikası Diyalogu (EPD) kurulmuştur. Dördüncüsü 4 Mayıs (2012)’da Beijing’de sona eren Çin-ABD Stratejik ve Ekonomik Diyalogu toplantısının ardından yayınlanan ortak basın metninde Çin ve ABD'nin ikili ilişkilerini ilerletmeyi kararlaştırdıklarına işaret edildi. Basın metninde, iki ülkenin acil çözülmesi gereken bir dizi bölgesel ve küresel konuda koordinasyon ve işbirliğini güçlendireceklerine, böylece 21. yüzyılda yeni tip ilişki kuracaklarına karar verildiği duyurulmuştur.
18



[26] Chris Alden, “China in Africa,” Survival, Cilt 47, No. 3 (2005): 147-164
[27] Erica S. Browns, “The Fact and Fiction of Sino-African Energy Relations,” China Security, Cilt 3, No. 3 (2007): 42




Kaynak:
Ø  Erica Downs, “China’s Quest for Overseas Oil,” Far Eastern Economic Review, Eylül 2007
Ø  Richard Weixing Hu, “Advancing Sino-U.S. Energy Cooperation Amid Oil Price Hikes,” Brookings Northeast Asia, The Brookings Institution, Mart 2008
Ø  Sergei Troush, “China's Changing Oil Strategy and its Foreign Policy Implications,” Center for Northeast Asian Policy Studies, The Brookings Institution, 1999
Ø  David Hale ve Lyric Hughes Hale, “China Takes Off,” Foreign Affairs, Cilt 82, No. 6 (2003)
Ø  Jeffrey A. Bader, “China’s Emergence and its Implications for the United States,” John L. Thornton China Center, The Brookings Institution, Washington, 14 Şubat 2006.
Ø  Erica S. Browns, “The Fact and Fiction of Sino-African Energy Relations,” China Security, Cilt 3, No. 3 (2007)
Ø  Daniel Yergin, “Ensuring Energy Security,” Foreign Affairs, Cilt 85, No. 2 (2006)
Ø  David Zweig ve Bi Jianhai, “China’s Global Hunt for Energy,” Foreign Affairs, Cilt 84, No. 5 (2005)
Ø  Wu Lei ve Liu Xuejun, “China or the United States: Which Threatens Energy Security?” OPEC Review, 2007
Ø  R. Manning, “The Asian Energy Predicament,” Survival, Cilt 42, No. 3 (2000)
Ø  Flynt Leverett ve Jeffrey Bader, “Managing China-US Energy Competition in the Middle East,” Washington Quarterly, Cilt 29, No. 1 (2006)
Ø  Heinrich Kreft, “China’s Energy Security Conundrum,” The Korean Journal of Defense Analysis, Cilt XVIII, No. 3 (2006)
Ø  Christian Constantin, “China’s Conception of Energy Security: Sources and International Impacts,” Working Paper, No. 43, Mart 2005.
Ø  “China’s Worldwide Quest for Energy Security,” International Energy Agency, 2007.
Ø  Erica S. Downs, “China’s Role in the World: Is China a Responsible Stakeholder?” The Brookings Institution, US-China Economic and Security Review Commission (ABD-Çin Ekonomik ve Güvenlik İnceleme Komisyonu önünde açıklama), 4 Ağustos 2006.
Ø  Erica S. Downs, “The Chinese Energy Security Debate,” The China Quarterly, Cilt 177, No. 1 (2004)
Ø  Chris Alden, “China in Africa,” Survival, Cilt 47, No. 3 (2005)
Ø  Erica Downs, “China,” Energy Security Series, The Brookings Foreign Policy Studies, Brookings Institution, Aralık 2006
Ø  “The United States and China: Addressing Energy Security, Climate Change, and Environmental Stewardship Together,”
Ø  Robert Priddle, I nternational Energy Agency/China’s Worldwide Quest for Energy Security
Ø  Christian Constantin, China’s Conception of Energy Security: Sources and International Impacts No. 43, March 2005
Ø  Hongyi Harry Lai, China’s Oil Diplomacy: is it a global security threat? Third World Quarterly, Vol. 28, No. 3, 2007,
Ø   Erica S. Downs, Before the US-China Economic and Security Review Commission China’s Role in the World: Is China a Responsible Stakeholder? August 4, 2006
Ø  Erica S. Downs, The Fact and Fiction of Sino-African Energy Relations, China Security, Vol. 3 No. 3 Summer 2007
Ø  Zweig, David; Jianhai, Bi, China's Global Hunt for Energy, Foreign Affairs, Sep/Oct2005, Vol. 84 Issue 5
Ø  Wu Lei and Liu Xuejun, China or the United States: which threatens energy security?, September 2007
Ø  Leverett, Flynt-Bader, Jeffrey, Managing China-U.S. Energy Competition in the Middle East, Winter2006, Vol. 29 Issue 1
Ø  Sautman, Barry;Hairong, Yan The Forest for the Trees: Trade, Investment and the China-in-Africa Discourse Pacific Affairs; Spring 2008;
Ø  Jiang, Wenran, China’s Global Quest For Energy Security, Canadian Foreign Policy; 2006
Ø  Dr. Xuecheng Liu, China’s Energy Security and Its Grand Strategy, September 2006
Ø  Jeffrey A. Bader- Richard C. Bush III, Contending with the Rise of China

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder