-Çin’in Afrika’daki Varlığı
Tarihinde, 19. Yüzyılın başlarına kadar dünyanın diğer
bölgelerine göre oldukça gelişmiş bir ülke olan Çin, batıdaki sanayileşme
devrimi sonrasında Avrupalı devletlerin yakaladığı teknolojik gelişim ve deniz
aşırı ticaret karşısında duramamış ve hızlı bir çöküş yaşamıştır. Dünya güç
dengesinde İngiltere, Almanya, Japonya, Rusya ve daha sonra ABD gibi güçler ön
plana çıkarken, Çin geri planda kalmıştır.
Ne var ki, Soğuk Savaş’ın sona ermesinden sonra ‘küreselleşme’ dünya ekonomisinde ve
siyasetinde yeni bir vizyonun oluşmasına neden olmuştur. Bu değişimi zamanında
sezen Çin ise, sahip olduğu tarihi, kültürel ve sosyo-ekonomik potansiyelini
harekete geçirerek, yükselişe başlamıştır. Gerçekten dünya ekonomi tarihinde
çeyrek yüzyıl içinde hiçbir ülke Çin kadar hızlı büyümemiştir. Vatandaşlarının
yaşam standardını bu kadar hızla yükseltememiştir. Çin Soğuk Savaş sonrasında
mevcut kapasitesini ve küreselleşmenin sağladığı imkânları gerçekçi ve akılcı
bir şekilde değerlendirerek, tutucu ve kalıplaşmış politikaları bir tarafa
bıraktı. Değişen koşullarda sahip olduğu özelliklerden azami faydalanacak
şekilde yeni politikalar belirledi ve bunları başarıyla uyguladı. Bu sayede
Çin, sadece uluslararası ticaret ve yatırımda değil, küresel jeopolitik
rollerin belirlenmesinde, enerji güvenliği ve çevre kirliliği senaryolarında,
yeni toplum mühendisliği çabalarında dünyanın dengelerini temelden etkilemeye
başladı. Bu bağlamda hiç kuşkusuz Çin’in
son dönemdeki, Afrika bölgesinde de göstermiş olduğu enerji alanındaki bazı
faaliyetler dikkat çekici olmaktadır.
Peki ama Çin’in bu politika ve uygulamalarının altındaki neden ya da
nedenler nelerdir? Bu politikalarını uygularken kullandığı araç ve stratejileri
nedir? Ve tabii ki en önemli boyutlardan biri olarak, tüm bunlara karşı
dünya üzerindeki diğer büyük güçlerin ki burada asıl kasıt ABD’dir, bu duruma
tepkileri ne ölçüdedir?
-Çin’i Buna İten Neydi?
Çin’in hızlı ekonomik yükselişi bir sır değildir. Başta ABD
olmak üzere Batılı ülkelerin pazarlarında önemli bir paya sahip olmaya başlayan
Çin, ihracata dayalı ekonomik kalkınmasını çok sağlam temellere oturtma
başarısını da göstermiştir. Ciddi miktarlarda üretim, ucuz işgücü ve yüksek
ihracat rakamlarına dayalı ekonomisini dönüştürmeyi başaran Çin, bu anlamda
liberal ekonomiler ile rekabet edebileceğinin de sinyallerini vermektedir.[1]
Ne var ki, Çin’in bu yükselişi yerel arz ve talebi arasında
giderek büyüyen uçurumun oluşmasına sebep olmuştur. Ve ihtiyaç duyduğu enerji
kaynaklarını sağlamak için dışarıya bakmak ve dolayısıyla da geleneksel kendi
kendine yeterlilik politikasını terk etmek zorunda kalmıştır. [2]
Teorik açıdan bakıldığında Çin’in dış petrol
kaynaklarına yönelmesi ve enerji politikasını yabancı petrol teminine
dayandırması 1960’lı ve 1970’li yılların ekonomik açıdan kendi kendine
yeterlilik politikasına aykırılık teşkil etmektedir. Sovyet danışmanların
ülkeyi terk etmesi ile ortaya çıkan krizden ders alan Çinli yöneticiler bu
uzmanların ülkenin enerji politikasında 1950li yıllarda oynadıkları önemli rolü
ve onların ayrılmaları ile meydana gelen boşluğu dikkate alarak özellikle
enerji alanında kendi kendine yeterliliğin önemini fark etmişlerdir.
1
[1] David Hale ve Lyric Hughes Hale, “China
Takes Off,” Foreign Affairs, Cilt 82,
No. 6 (2003): 36-46.
[2] Erica Strecker Downs ‘’China’s Quest for Energy
Security’’ chp-3
a)Ekonomik Dönüşüm
Söz
konusu ülke, Batı’nın yavaş yavaş terk etmeye başladığı kitlesel sanayi
üretiminin yeni evi olarak değerlendirilmektedir. Zira sanayi üretimi Batı’da
demokrasinin gelişmesiyle birlikte giderek pahalılaşmıştır. Demokratikleşmede
gerilerde bulunan Çin’de de işçi ücretlerini yükseltebilecek sendikal haklar
Batıya oranla bulunmamaktadır. Bu durum Çin’de ki işgücü maliyetlerini,
gelişmiş ülkelere kıyasla 15 ila 30 kat daha avantajlı konuma getirmektedir.
Dolayısı ile Çin, sermaye yatırımlarında önemli avantajlar sağlamaktadır. Örneğin,
Çin’de fabrika inşasıyla makine teçhizat imalatı ABD’den %70 daha ucuza
yapılabilmektedir.[3]
Bunlara
bir de hükümet teşvikleri eklendiğinde, Çin’e sanayi üretimi yatırımı yapmak
pek çok gelişmiş ülke şirketi için inanılmaz cazip bir alternatif haline
dönüşmektedir. Birleşmiş Milletler Ticaret ve Kalkınma Kongresi-UNCTAD (United
Nations Conference on Trade and Development)’nin raporuna göre Çin, dünyadaki
en çok tercih edilen yatırım bölgesidir.[4]
Ne var ki Çin, son dönemde, kendisinin yalnızca bir yatırım merkezi
olmadığını gösteren bir hareketlenme içerisindedir. Çünkü tüm bu kalabalık
nüfus, ucuz iş gücü ve ekonomik büyüme Çin’e oldukça büyük bir enerji ihtiyacı
doğurmaktadır. Bu bağlamda Çin, küresel siyaseti ve ekonomisinde artık ülke
dışından sermaye alan bir ülke olmaktan çıkıp, yavaş yavaş ülke dışına sermaye
akıtan bir görünüme bürünmektedir. Öyle ki, resmi rakamlara göre her yıl
30.000’in üzerinde Çinli firma, dış pazarlara oldukça büyük yatırımlar
yapmaktadırlar. Fortune dergisinin 1995’te yayınlamış olduğu “500 Büyük
Firma” listesinde yalnızca 3 Çinli firma bulunuyorken, bu sayı 1999’da 5’e,
2003’te 11’e yükselmiş,
2006 ve sonrasında bu sayı 20’li rakamlara ulaşmıştır. İşte bu noktadan
hareketle, Çin’in bu dönüşümü gerçekleştirebilmesi için kendisinden daha ucuza
üretim yapabilecek, daha ucuz işgücü sağlayabilecek, ücretsiz arsa
sağlayabilecek bölgelere ihtiyacı gün yüzüne çıkmaktadır. Ve işte Çin’in
Afrika’ya giderek artan ilgisi ve eylemlerinin başlıca nedenlerinden birisi
özetle bu ekonomik dönüşümdür.
b)Enerji İhtiyacı
Bu ekonomik dönüşüm çerçevesinde geniş kömür yataklarına sahip olan Çin,
ihtiyaç duyduğu petrolün yarısını ithal etmek zorunda kalmaktadır. Yerli
kaynakları ile enerji ihtiyacının yaklaşık yüzde 90’ını karşılayabilen Çin, konu
petrol olduğunda ciddi sıkıntılar yaşamaktadır. Örneğin, 2000 ile 2005 yılı
arası dönemde Çin’in enerji tüketimi yüzde 60 oranında arttırmıştır.
2
[3] The Boston Consulting Group (2006) Organizing
for Global Advantage in China, India, and Other Rapidly Developing Economies
[4] UNCTAD (2008) World Investment Report
2008, UN, New York and Geneva, s.33
2020 yılında Çin’in petrol ihtiyacının yüzde 80’ini
ithalat yolu ile karşılayacağı öngörülmektedir[5]. Bugün Çin, dünyanın en büyük ikinci enerji tüketicisi ve en
büyük üçüncü üreticisi konumundadır. 1993 yılında petrol konusunda kendi
kendine yeterli olan Çin, 2003 yılında ise ABD’den sonra en büyük ikinci petrol
tüketicisi durumuna gelmiştir. Bir yıl sonra ise ABD ve Japonya’dan sonra en
büyük üçüncü petrol ithalatçısı konumuna yükselmiştir. Tablo 1’de 2010 yılının
petrol ithalat oranına göre ilk o ülkesini görmek mümkündür.
Tablo 1:
3
[5] Erica Downs, “China,” Energy Security Series, The Brookings Foreign Policy Studies,
Brookings Institution, Aralık 2006-s.1.
Hâlihazırda petrol, Çin’in yüksek miktarlarda ithal ettiği
tek enerji kaynağıdır. Bu nedenle de petrol ile ilgili ihtiyaçları ve
yönelimleri Çin’in dış politika davranışlarını önemli ölçüde etkilemektedir. Uluslararası
Enerji Ajansı (International Energy Agency-IEA) verilerine göre 1993 yılına
kadar net bir petrol ihracatçısı olan Çin 2000 sonrası dönemde dünyadaki petrol
talebinin yüzde 27’sinden sorumlu olurken,2004 yılında ise yüzde 40’ını Çin’in
petrol ihtiyacı oluşturmaktaydı.[6]
Tablo 2:
Çin’in petrol ihtiyacı, talebi ve tüketimi artmaya da
devam edecektir. Temel sorun, bu artışın hangi seviyede gerçekleşeceğidir.
Çin’in dünyadaki toplam petrol talebi içindeki payı yüzde sekiz civarında iken
talep artışındaki oranı yüzde 30’un üzerindedir. Bu da Çin’in petrol talebinin
dünya ortalamasının oldukça üzerinde bir oranda arttığını göstermektedir.[7]
Tahminlere göre 2020 yılında Çin’in petrol
talebi günlük 10 ila 13,6 milyon varil civarında olacaktır. Buna karşılık bu
ülkenin günlük üretimi ise ancak 2,7 ila 4 milyon varil olarak tahmin
edilmektedir. [8]
c)Siyasi Boyut
Çin’in belirgin bir şekilde en fazla ithal ettiği enerji maddesi olan
petrol aynı zamanda bu ülkenin dış politikasını ve uluslararası alandaki rolünü
de önemli ölçüde
5
[7] Daniel Yergin, “Ensuring Energy Security,”
Foreign Affairs, Cilt 85, No. 2
(2006): 69-82.
[8] Erica S. Downs, “China’s Role in the
World: Is China a Responsible Stakeholder?” The Brookings Institution, US-China
Economic and Security Review Commission (ABD-Çin
Ekonomik ve Güvenlik İnceleme Komisyonu önünde açıklama), 4 Ağustos 2006.
etkilemektedir. Artan ithalat, tüketim ve hızlı
ekonomik büyüme, yirmi yıl kadar önce net petrol ihracatçısı olan Çin’i petrol
ve doğalgaz bağımlısı haline getirmiştir. Çin’in tüm bu gittikçe yükselen bir
enerji ihtiyacından ve talebinden, ya da siyasi amaçlarından söz etmek mümkün
olmasına rağmen, ülkenin enerji konusundaki problemlerinin altında kötü
yönetimin izlerini de aramak yerinde olacaktır. Buna göre, bazı uzmanlar Çin
yönetiminin talebi kısma yönünde adımlar atmadığını savunmaktadır. Bu çerçevede
örneğin petrol kullanımını azaltabilecek petrol vergisi gibi tedbirlere
başvurmaktan kaçındığı belirtilmektedir. Öte yandan, talebi kısacak tedbirler
almaktansa Çin’in enerji ihtiyacını karşılayabileceği kaynakları
çeşitlendirerek ve petrol zengini ülkeler ile yakın ilişkiler kurarak enerji güvenliğini
sağlamaya çalıştığı söylenebilmektedir. Petrol ihtiyacını karşılarken
kaynaklarını farklılaştırmanın ve zenginleştirmenin hayati bir öneme sahip
olduğunu düşünen Çin yönetimi, özellikle Körfez ülkelerine olan bağımlılığını
azaltıcı tedbirler almıştır. Ancak, bu tedbirlere rağmen uzmanlara göre Çin’in
bölgeye olan bağımlılığında ciddi bir değişiklik yaşanmayacaktır.
Enerji konuları kaçınılmaz bir şekilde Çin dış politikasını etkisi
altına almaktadır. Bu da dış politika davranışlarında Çin’in alternatiflerini
önemli ölçüde sınırlamaktadır. Bu nedenle de Çin dış politikası, küresel enerji
sistemine entegre olmayı sağlayacak şekilde tasarlanma zorunluluğu ile karşı
karşıya kalmaktadır.[9] Aynı
bağlamda, siyasi açıdan da BM’de güvenlik konseyi ayrıcalığı ile
birlikte Afrika ülkelerinin desteğini sağlayarak önemli bir blok oluşturmak
arzusu gibi bazı diğer nedenleri de Çin’in Afrika’daki varlığı anlamlandırmak bağlamında
göz önünde bulundurmak mümkündür. Birleşmiş
Milletler’de 53 ülkeyle temsil edilen Afrika kıtası hem uluslararası siyasi kararların alınmasında
çok etkili bir bölge hem de dünyanın yeni ucuz üretim sahası olma ihtimalini
barındıran bir enerji ve maden yatağıdır. Bu nedenle Çin açısından Afrika
kıtası gerek siyasi bir manevra alanı olarak, gerek de barındırdığı müthiş
enerji kaynaklar ve ekonomik üretim avantajları bağlamında oldukça önemli bir
coğrafi bölge haline gelmektedir. Çin bu bağlamda Afrika’ya büyük oranda
yatırımlar ve yardımlar gerçekleştirmektedir. Bu süreç dünyadaki siyasi yapıyı
ve üretim süreçlerini doğrudan etkileyecek bir gelişmeye işaret etmektedir.
6
[9] “China’s Worldwide Quest for Energy Security,” International Energy Agency, 2007.s.11
-Çin’in Bölgedeki Araçları
Bugün dünya genelinde, Mohan ve
Power’ın da dediği gibi Çin-Afrika ilişkileri üzerine oldukça zengin bir
akademik dünyaya sahip değiliz.[10] Öte
yandan da son yıllarda Çin’in Afrika’ya yönelik olarak gerçekleştirdiği büyük
bir eylem dizisine şahit olmaktayız. Yukarıda bahsedildiği gibi, geleneksel olarak bölgeye
genelde mesafeli duran Çin, artan petrol ihtiyacını daha rahat karşılayabilme
arzusu ile hareket ederek diğer bölge ve ülkeler ile yakın ilişkiler kurma
politikası izlemiştir ve bu çerçevede de Afrika kıtasında yapılan petrol yatırımları
dikkat çekicidir. Aslında Çin’i böyle bir yol izlemeye iten en temel neden, bu
yöntemin, uluslararası piyasalardan petrol satın almaya göre daha karlı ve
güvenilir olduğu düşüncesidir.
Çin,
bölgedeki bir dizi faaliyetleri çerçevesinde bölge ile kurduğu ilişkilerinde
özel şirket girişimleri lehine uygun ve vadeli krediler vermek, elverişli
ticaret koşulları politikası yürütmek, ya da ilişkilerin daha da güçlenmesi ve
genişlemesi için devamlı yüksek düzeyde ziyaret ve görüşmeler gerçekleştirmek
gibi çok çeşitli stratejiler izlemektedir. Öyle ki Çin’in bölgedeki
planlarını ve kullandığı araçlarını, rakamsal göstergelere bakarak dahi anlamak
mümkündür. Örneğin Çin, yalnızca Sahra Altı Afrika ülkeleri ile 2001–2005
yıllarında 300’den fazla ticari anlaşma ve kontrat imzalamıştır. Bunun yanı
sıra özellikle petrol sektöründe bölgeyle işbirliğini genişletme çabasında olan
Çin, son yıllarda tarım, balıkçılık, tekstil, enerji ve diğer sanayi
alanlarında da bölgede 800’den fazla projenin de gerçekleşmesini sağlamıştır.
Ülkenin bölge üzerindeki ilk aracı, 2000 yılında Çin
Devlet Başkanı Jiang Zemin’in girişimi ile tüm bu stratejileri çerçevesinde, 44 Afrika ülkesi ile ticaret ve
ortaklık geliştirmek amacı ile Çin-Afrika İşbirliği Forumu’nun (FOCAC)
kurulması şeklinde
tanımlanabilir. Özünde forumun amacı, Çin ile Afrika ülkeleri
arasındaki ilişkilerde siyasi eşitlik, karşılıklı güven ve fayda ile kültürel
değişim ilkelerine dayanan bir stratejik ortaklıktır. 2000 yılındaki ilk FOCAC
toplantısına 44 Afrika ülkesinin temsilcileri katılmıştır. Bu toplantıda
taraflar Çin- Afrika Ekonomik ve Sosyal Kalkınma İşbirliği’ni ilan etmişler ve Çin
ile Afrika’nın ortak kalkınmasını sağlamak amacıyla ekonomi, ticaret, finans,
tarım, tıbbi bakım ve halk sağlığı, bilim ve teknoloji, kültür, eğitim, insan
kaynakları gelişimi ve gerekli görülen diğer tüm alanlarda işbirliği ve
dayanışma içinde olacaklarını açıklamışlardır. FOCAC toplantısının ikincisi
2003 yılında Etiyopya’nın başkenti Addis Ababa’da, 2004–2006 yılı Eylem Planı’nın
kabulü ile sonlanmıştır. Üçüncü zirve toplantısı ise yine Pekin’de 4 Kasım 2006
tarihinde gerçekleştirilmiştir. Özetle belirtmek gerekirse Çin, FOCAC
çerçevesinde 2000 yılından bugüne kadar Afrika ülkelerine 1,5 milyar dolar
değerinde borç vermiş ve bu ülkelerden yaptığı ithalatın çoğunu gümrük
vergisinden muaf tutmuştur. 2000 yılında yapılan bir anlaşma ile de Afrika
ülkelerinin Çin’e olan borçları derece derece silinmektedir. Çin’in bu ülkelere
yaptığı ekonomik yardımın miktarı 2006 yılına kadar 5,74 milyar dolar olurken,
2006 yılında gerçekleştirilen FOCAC zirvesinde 5 milyar dolarlık yardım
anlaşmaları imzalanmıştır.
7
[10] Mohan, Giler & Power, Marcus (2008) “New African Choices? The
Politics of Chinese Engagement” Review of African Political Economy,
Vol. 35 No.1, s.24
Tüm bu projeler, anlaşmalar ve ticari ilişkilerin aracılığıyla Afrika ülkelerinden Çin’e yapılan ihracat 2001 ve 2006 yılları arasında her yıl yüzde 40 oranında artmıştır.[11] Çin ile Afrika ülkeleri arasındaki ticaret hacmi ise 2007 yılında 73,31 milyar dolara ulaşmıştır. Ve bununla birlikte Çin’in, ABD ve Fransa’nın ardından Afrika ülkeleri ile en çok ticaret yapan ülke konumuna geldiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Tablo 3’de 2006 yılında, bölge ülkeleriyle gerçekleştirilen ticaret oranlarını görmek mümkündür.
Tablo 3:
Kaynak: China Ministry of Commerce-25.04.07
8
[11] Aning, Kwesi & Lecoutre, Delphine
(2008) “China’s Ventures in Africa”, African Security Review, Vol.17,
No.1, Mart, ss.39–52
Ne var ki, yabancı ülkelerde bulunan
Çinli petrol şirketlerinin varlığı ve bu şirketlerin petrol arama gibi çok
yönlü faaliyetlerde bulunmaları, Çin’in tamamen ithalata dayalı bir enerji
politikasının izlenmediğini göstermektedir ki bu da Çin’in gayet ihtiyatlı
hareket ettiğinin bir işaretidir. Çin
gerçekleştirmiş olduğu bu ekonomik girişimlerin bir düzensiz eylemler dizisi
olmadığını da, 2006 yılında açıkladığı “Çin’in Afrika Politikası” belgesi ile
ortaya koymuştur.
Çin’in bölgedeki stratejileri bağlamında ikinci olarak,
enerji güvenliği anlamında merkezi hükümetin destek ve teşviki ile milli petrol
şirketlerinin (National Oil Companies-NOCs) ülke dışında petrol
yatırımları yapmalarını sağlaması oldukça önemli yer tutmaktadır. Çin yönetimi,
yatırım yapılması halinde devlet teşviki verilecek olan ülkeler listesi hazırlayarak
petrol şirketlerinin hangi bölgelere öncelik vermeleri gerektiğini ifade
etmiştir.[12]
Böylece kamu şirketi olan ulusal petrol şirketlerini yabancı ülkelerde petrol
varlıkları satın alma amacına hizmet ettirmiştir. Bu bağlamda, Çin hükümeti üç
petrol şirketi kurmuştur; bunlardan Çin Ulusal Kıyı-şeridi Petrol Şirketi-CNOOC
(China National Offshore Oil Corporation) kıyı petrollerini kontrol edebilmek
amacı ile 1982 yılında, Çin Ulusal Petrokimya Şirketi-Sinopec (The China
National Petrochemical Corporation) rafine ve pazarlama amaçlı olarak 1983’te
faaliyete başlamıştır. 1988 yılında kurulan Çin Ulusal Petrol Şirketi-CNPC (The
China National Petroleum Corporation) ise petrol arama ve üretim amaçları
taşımaktadır.[13]
Bu ulusal petrol şirketleri Cezayir, Angola, Moritanya, Çad, Nijerya,
Libya, Ekvator Ginesi, Gabon, Somali, Sudan, Kenya, Fildişi Sahilleri ve
Nijer’de önemli petrol yatırımları yapmışlardır. Örneğin
Çin Ulusal Petrol Şirketi’nin 1999 yılından bu yana
9
[12] David Zweig ve Bi Jianhai, “China’s Global
Hunt for Energy,” Foreign Affairs, Cilt
84, No. 5 (2005): s:31
[13] Erica
Strecker Downs ‘’China’s Quest for Energy Security’’ chp-3
ülkedeki rafineri ve boru hatları için 3 milyar
doların üzerinde yatırım yapmış olması ve halen Sudan’daki petrol yataklarını
elinde bulunduran Büyük Nil Petrol İşletmeleri Şirketi’nin büyük miktarda
hissesine sahip olması dikkat çekicidir. CNPC adlı bu petrol şirketi, Sudan’ın
petrol üretiminin yüzde 70’ini kontrol etmektedir. Hiç kuşkusuz Çin milli petrol şirketlerinin
amaçlarından bir tanesi küresel piyasalarda Çin’in petrol ihtiyacını karşılamak
ise de bu şirketlerin tek amacı bu değildir. Devletin kısmi bir denetim ve
kontrolünün söz konusu olduğu bu şirketler temel bazı piyasa motifleri ile de
hareket edebilmektedir. Diğer bir somut örnek olarak ise, Ocak
2006’da Çin Ulusal Offshore Petrol Şirketi’nin Nijerya’nın petrol ve doğalgaz
yataklarına 2,27 milyar dolarlık bir yatırım yapmış olduğunu görmekteyiz. Ancak
tüm bunların yanı sıra belirtmek gerekir ki, bölge stratejileri kapsamındaki bu
şirket araçlarının varlığına ek olarak, Çin’in Sudan’daki petrol borularının
korunması için ülkeye dört bin asker göndermiş olması gibi bazı farklı ve
siyasi dikkat çekici noktalara da zaman zaman rastlamak pek ala mümkündür. Özetle bu tablonun doğal bir sonucu
olarak adı geçen ülkelerde CNPC gibi özel şirketlerin aracılığı ile
geliştirilen iş ortaklıkları ve yapılan yatırımların yanı sıra Çin, bu ülkelere
yönelik dış yardım ya da silah satışı gibi birbirinden farklı ancak etkili yöntemleri
de devreye sokarak kıtada var olmaya ve bu yolla da enerji ihtiyacını güvence
altına almaya çalışmaktadır.[14]
Bunun yanı sıra, hiç kuşkusuz Çin siyasi idaresinin ulusal petrol
şirketleri ile olan ilişkisinin yerel düzeyde sürtüşmelere de sahne olabileceği
ihtimaller dahilindedir. Zira ilerleyen dönemlerde NOC’ların daha fazla
özerklik talep edecekleri beklenmektedir. Ancak Çin, ulusal enerji
politikasının ve enerji güvenliğinin uluslararası enerji güvenliği
10
[14] Chris Alden, “China in Africa,” Survival, Cilt 47, No. 3 (2005):
147-164.
ile
yakından ilişkili olduğunun farkındadır. Bu nedenle de adımlarını buna uygun
olarak atmaktadır. Buna karşılık bu şirketlerin Afrika pazarında halen görece
olarak küçük oyuncular olduğunu da unutmamak da fayda vardır. Her ne kadar CNPC
Sudan’da belirgin bir etkiye sahip bir aktör ise de bunun gibi birkaç küçük
istisna dışında Çinli ulusal petrol şirketlerinin Afrika kıtasındaki
varlıklarının büyüklüğü uluslararası petrol şirketlerinin varlıklarına göre
oldukça düşük düzeydedir. Zira günümüzde Çin şirketlerinin Afrika pazarındaki
toplam büyüklükleri, Afrika petrolüne yapılan toplam yatırımların %3’ünün biraz
üzerindedir.[15]
Ülkenin bölgedeki eylemleri
sırasında sahip olduğu bir diğer stratejisi ise gerçekleştirilen üst düzey
ziyaretlerdir. Öyle ki, FOCAC’ın kurulmasını takip eden altı yıl içinde Çin’in
Afrika bölgesindeki stratejileri kapsamında, bölge liderleri karşılıklı 180
ziyarette bulunmuştur. Gerek FOCAC bünyesinde gerekse harici olarak, kara
kıtayı en yüksek devlet adamı düzeyinde sık sık ziyaret etmeyi de ihmal etmeyen
Çin’in Dışişleri Bakanı 2006 yılının Ocak ayında Batı Afrika’da bulunmuştur.
Aynı yılın Nisan ayında ise Çin Devlet Başkanı Nijerya, Fas ve Kenya’ya ziyaretlerde
bulundu. Haziran ayında da bu kez Çin Başbakanı bir ay içerisinde tam yedi
Afrika ülkesinde temaslar gerçekleştirdi. Çin Cumhurbaşkanı ise 2007’nin Şubat
ayında sekiz Afrika ülkesine düzenlediği ziyaret dizisinde milyarlarca dolarlık
yardım kredisi dağıtmıştır.
Tüm
bunlara ek olarak, Çin’in bölgede sosyal ve kültürel eylemler dizisi ile
imajını koruma ve ilişkilerini geliştirme noktasında bazı araçlara sahip
olduğunu da söylemek yanlış olmayacaktır. 2006 yılı sonunda, Çin’in Afrika
ülkelerinde geliştirdiği sosyal projelerin sayısı 900’ü bulmuştur. Örneğin, 18
bin Afrikalı öğrenciye hükümet bursu verilmiştir. Bunun yanı sıra bu ülkelere gönderilen sağlık
görevlilerin sayısı 16 bini bulurken, hizmet verdikleri Afrikalı vatandaş
sayısı 240 milyon olmuştur.
11
[15] Erica S. Browns, “The Fact and
Fiction of Sino-African Energy Relations,” China
Security, Cilt 3, No. 3 (2007): 42-68.
Bunlara rağmen, giderek artan enerji güvenliği problemi
ile nasıl baş edileceği konusunda Çin yönetiminin kafası karışık gözükmektedir.
Sonuç olarak, Çin’in ekonomik büyümesi ve de rejimin istikrarı büyük ölçüde
karşılanabilir petrol ve diğer enerji kaynaklarının varlığına bağlıdır. Enerji
güvenliğinin öncelikli bir konu haline gelmesi ile birlikte Çin yönetimi de
ülkenin petrol arzını güvence altına alabilmek için küresel ölçekli bir dış
politika atağı başlatmıştır. Bu atağı çerçevesinde Afrika bölgesinde uyguladığı
tüm stratejileri dışında, Çinli idareciler bu stratejilerine ve bunların
kapsamında kullandığı araçlarına ek olarak, hiç kuşkusuz ülke merkezli bazı
önlemler de alma yoluna gitmişlerdir. Örneğin, talep konusunda biraz daha
ılımlı bir politikayı tercih eder bir görüntü verme çabası içerisindedirler.
Çin neo-merkantilist bir strateji izleyerek yabancı petrol alanlarında Çin
şirketleri aracılığı ile kontrol sağlamayı amaçlamaktadır.[16] Ancak
bunu yaparken ABD’yi tehdit eden bir süper güç olmaya aday olduğu şeklindeki
yaygın kanaatin doğurduğu ya da doğuracağı olumsuzluklardan etkilenmemek için de
son yıllarda daha ihtiyatkâr bir tutum benimsemeye çalıştığı gözlemlenmektedir.
12
[16] Heinrich Kreft, “China’s Energy
Security Conundrum,” The Korean Journal
of Defense Analysis, Cilt XVIII, No. 3 (2006): 107-120.
-Çin’in Afrika’daki Varlığının Batıdaki İz Düşümü
Yakın bir zamana kadar Çin’in ekonomik yükselişine
sadece Çin’in kendi perspektifinden bakılmaktaydı. Ancak bu yükselişin bütün
dünya ekonomisini ilgilendirir bir hal alması, başta ABD olmak üzere tüm
Batının dikkatlerinin bu ülkeye çevrilmesine yol açmıştır. Artan petrol
fiyatları ve zamanla derinleşen petrol krizi ile Çin’in yükselişi, bu ülkenin bir
enerji tehdidi olarak algılanmasına neden olmaktadır.[17] Özellikle
dünya ekonomisini ve siyasetini uzun bir süredir domine eden ABD için, Çin’in
bu ekonomik yükselişi farklı bir takım nedenlerden dolayı oldukça dikkat çekici
bir hal almıştır. Bu nedenlerin ilki Amerikan şirketlerinin Çin’de 50 milyar
doların üzerinde yatırım yapmış olmalarıdır. Bunun yanı sıra Çin’in ABD’ye
yönelik giderek artan ihracatı da ABD’de enflasyon rakamlarının düşük seviyede
seyretmesinde en önemli faktörlerden biri olarak gösterilmektedir. Tüm bu
olumlu gibi görünen tablonun altında, ABD’yi endişelendiren pek çok gelişme
vardır. İlk olarak Çin ile ikili ticaretin 200 milyar dolar açık vermiş olması
bunun en sağlam nedenlerinden birisidir. Bunun yanında, Çin’deki ciddi
boyutlara ulaşmış fikri mülkiyet hakkı ihlalleri de ABD’li üreticilerin oldukça
önemli zararlar ile boğuşmasına neden olmaktadır. Ancak belki de tüm bunlardan
çok daha önemlisi, Çin’in giderek artan enerji iştahı ve ihtiyacı realitesi
ABD’nin en önemli endişe kaynağını oluşturmaktadır. Öyle ki, Çin’in artan
petrol ihtiyacı ve talebi ham petrol birim fiyatlarının artışına katkıda
bulunmuş bu da dolaylı olarak Amerikan ekonomisi üzerinde olumsuz etkilerin
oluşmasına sebep olmuştur. [18]
ABD ve
daha da genellemek gerekirse tüm Batı dünyasının bu endişe ve tutumları hiç
kuşkusuz bir anda ortaya çıkmamıştır. İlk etapta Ortadoğu’daki gelişmeler
sebebiyle,
13
Çin’in
Afrika kıtasına artan ilgisi Batı’da yeteri kadar ilgi görmemiştir.[19] Ancak
zamanla, Çin’in ulusal petrol şirketleri aracılığı ile Afrika’da enerji
güvenliğini sağlama arayışları ABD’yi ve Avrupa’yı endişelenir hale gelmiştir.
Çin’in bölgedeki girişimleri, bu ülkelerin kıtadaki çıkar ve politikalarına
tehdit olarak algılanmaktadır.[20] Batılı
ülkeler Çin’i, ulusal petrol şirketleri yolu ile merkantilist bir politika
izlediği yönünde suçlamaktadırlar. Onlara göre kendileri böylesi bir politikayı
çok önceden terk etmişlerdir. Ayrıca yine Çin’in bu politikasının enerji
darboğazına neden olduğunu da ileri sürmektedirler.[21]
Çin’in petrol politikası da yine özellikle ABD ile belirli bir oranda
gerginliğe sebep olmuş durumdadır. Bu çerçevede Çin’in Sudan ve İran ile olan
ilişkilerinin farklı zeminlerde ilerlediğine dikkat çekmek gerekir. Sudan’da
petrol yatırımlarına ağırlık veren Çin, İran ile ticaret ilişkilerini
güçlendirmek amacındadır.
Çin’in Afrika bölgesindeki başta petrol olmak üzere
doğal kaynaklarına gösterdiği ilgi ve bölge ülkelerine yaptığı yardımlar,
gerçekleştirdiği altyapı projeleri ve bu ülkelere, siyasal rejimlerine bakmaksızın
verdiği krediler, başta ABD olmak üzere diğer batılı ülkelerin Afrika’ya karşı
olan rejimlerine yönelik politikalarını da hiç kuşkusuz etkilemiştir. 2000
yılında Pekin’de gerçekleştirilen ilk Çin Afrika İşbirliği Forumu (Forum for
China Africa Cooperation-FOCAC) ile Çin’in Afrika’ya yardım hususunda “koşul
yok” siyasetiyle Afrika çevrelerinde takdir toplaması, batı çevrelerinde tartışma
yaratmıştır. Çin’in bu yaklaşımının ardında ise Çin dış politikasının, ekonomik
ilişkiler kurmak istediği ülkelerin iş içlerine karışmamak üzerine kurgulanmış
olması temeli vardır. Öyle ki, Çin bölgede Avrupa’dan farklı olarak, şartlar
koşmamakta, kendi değerleri olduğunu iddia ettiği bir dizi kuralı
dayatmamaktadır. Bu tutumunun haklılığınıda, Batı tipi
demokrasinin Afrika’ya uymadığını, Kenya’da seçim sonrası yaşanan şiddet
olaylarını örnek göstererek açıklamaya çalışmaktadır. Çin’in bölge ülkelerine
yardımı, Afrikalı hükümetlerin danışmanlığında olmakta ve doğrudan projelere
odaklıdır. Kâr paylaşımı ile “ortak çıkar” üzerine kurulu olan bu yardım
stratejisi klasik batı yaklaşımı ile karşıt bir yaklaşım oluşturmaktadır. Zira
Çin alternatifi ortaya çıkana kadar, Dünya Bankası (WB) ve Uluslararası Para
Fonu (IMF) gibi batılı bağışçılar ya da kurumlar, önceliklerini Afrika
hükümetlerine dayatmayı başarmaktaydılar. Ancak Çin’in “koşulsuz destek”
hareketi ile birlikte, Batı’nın çeşitli siyasi dayatmaları ve demokratikleşmeyi
şart koşarak hibe ve kredi vermesi olguları güç kaybeden yaklaşımlara dönüşmeye
başlamışlardır. Bu durum ABD ve özellikle eski sömürgeci ülkeleri Afrika’ya
yönelik yeni politikalar üretmeye sevk etmiştir.
Yeni
politika üretme çabaları bir yandan devam ederken, Çin’in bu stratejisinin
önemli eleştiriler alması durumu da devam etmektedir. ABD ve batılı ülkeler
tarafından yöneltilen ve Çin’in Afrika ülkelerindeki enerji kaynaklarını ele
geçirmek için bu ülkelerin geleceğini hiçe saydığını öne süren bu eleştiriler,
insan hakları, demokrasi ve silah satımı konularında yoğunlaşmaktadır. Avrupa
bu konudaki ilk tepkilerini parlamento aracılığıyla vermeye başlamıştır. Öyle
ki, Avrupa parlamentosunda bir grup milletvekili Çin’in Afrika’daki
“politikasız yalnızca ticaret” yöntemini eleştiren bir karar yayınlamıştır.
Kararda, Afrika’daki yatırımlarını hiçbir şarta bağlamadığı için baskıcı
rejimlerin insan hakları ihlallerine destek verdiği iddia edilen Çin’e yönelik
silah ambargosunun sürdürülmesi gerektiği savunulmaktadır. Yine bu bağlamda İngiliz
hükümeti tarafından, tanınmış kişilerin oluşturduğu Afrika Komisyonu’na bir
rapor hazırlattırılmıştır. Kamuoyunda “Blair Raporu” olarak da anılan 2005
tarihli bu rapor,
14
[19] Chris Alden, “China in Africa,” Survival, Cilt 47, No. 3 (2005): 147-164
[20] Erica S. Browns, “The Fact and
Fiction of Sino-African Energy Relations,” China
Security, Cilt 3, No. 3 (2007): 42
[21] Erica Downs, “China’s Quest for Overseas Oil,” Far Eastern Economic Review, Eylül
2007-s.53
Afrika’ya yönelik yeni
bir bakış ile kıtada barış ve güvenlik başta olmak üzere önceliklerin
sıralanması ve yapılması gerekenleri ele almaktadır. Üstelik bu raporda, Afrika’nın
sorunlarının üstesinden gelmesi, 21. yüzyılda layık olduğu konuma getirilmesi
için dünya ülkeleri ortak bir çabaya davet edilmektedir.
Öte yandan, Afrika
ülkelerinin Çin’i algılayış biçimleri de, yine Afrika’nın batıyı algılayış
biçiminden oldukça farklıdır. Çin’in sömürgeci bir geçmişinin olmayışı ve
Afrika ülkelerini kalkınma sürecinde yoldaş olarak görmesi bu ülkelerin Çin’e
bakış açısını şekillendirmektedir. Afrikalı siyasi liderler Batı’nın sağladığı
yardımların bölge ülkelerinin yönetim biçimine karışmaları ve insan haklarının
iyileştirilmesi gibi koşullara bağlı olarak verilmesini nahoş ve “yeni
sömürgecilik” olarak tanımlamakta ve bu tavrı, kendi ülkelerine batı
değerlerinin dayatılması olarak algılamaktadırlar. Diğer taraftan ise Çin’i
başta Fransa, Birleşik Krallık ve ABD olmak üzere sömürgeci güçlerden farklı
olarak, kıta için sermaye ve yatırım kaynağı olan bir ortak olarak
değerlendirmektedir. Çin’in bu ülkelere Uluslararası Para Fonu (IMF) ve Dünya
Bankası’nın aksine koşulsuz ve faizsiz veya cüzi miktarlarda faizlerle borç
vermesi, bu uluslar için yalnızca ekonomik bir büyüme sağlamakla kalmamış, aynı
zamanda siyasi cesaret de kazandırmıştır.
Tüm bu çıkar çatışması içerisinde, karşılıklı
eleştiriler geliştirilen stratejilerle birlikte durumun çok farklı bir yönü de
vurgulanmalıdır ki o da esas itibariyle Amerikan ve Çin petrol politikaları
arasında ciddi benzerlikler olduğudur. Bu açıdan bakıldığında Amerikan
yetkililerinin Çin’in enerji politikalarını eleştirmeleri aslında biraz da
tezat teşkil etmektedir.[22] Çin
ve Amerika dünyanın en büyük petrol tüketicisi iki ülkesidir. Bu nokta dikkate
alındığında ABD ve Çin’in benzer kaygılarının olduğu kaçınılmazdır. Herne kadar iki ülke enerji ihtiyacının
karşılanmasında birbirlerine dayanmasalar da aynı türden bir problem ile karşı
karşıyadırlar. Bu da iki güç arasında en azından petrol konusunda işbirliği
potansiyeli olduğu anlamına gelmektedir. Çin ve ABD’nin 1995-2005 yılları
arasındaki enerji talebi ve ihtiyacındaki artış, toplam küresel petrol ihtiyacı
artışının yüzde sekseninden fazlasına tekabül etmiştir. Yapılan tahminlere göre
2030’lu yıllarda her iki ülkenin toplam petrol tüketimleri toplam dünya petrol
tüketiminin yüzde 80 kadarını oluşturacaktır. Bu da aslında her iki ülkenin de
olası bir petrol krizinden eşit derecede sorumlu olduğu anlamına gelmektedir.
15
[22] Erica Downs, “China’s Quest for Overseas Oil,” Far Eastern Economic Review, Eylül 2007 Ss.
52-53.
Bu tablonun gösterdiği bir başka nokta da enerji
güvenliğini sağlama açısından her iki ülkenin çatışmadan çok işbirliğine
yönelik tedbirler almaları gerektiğidir.[23] İki
ülke arasında işbirliğini zorunlu kılan bir başka neden de iki ülke
ekonomisinin giderek birbirine daha bağımlı hale gelmesidir. Unutmamak gerekir
ki, 2007 yılında iki ülke arasındaki ticaret hacmi 386,7 milyar dolar olmuştur.
Bu tablonun zorunlu kıldığı işbirliği ile ilgili olarak somut adımlar ilk
olarak 2000’li yıllarda atılmaya başlanarak, 2004 yılında Çin-Amerikan Enerji
Politikası Diyalogu (EPD) kurulmuştur. EPD’nin kuruluş amacı enerji
politikaları konusunda karşılıklı görüş alışverişinde bulunmaktır. 2006 yılında
EPD, Çin-Amerikan Stratejik Ekonomik Diyalogu (SED)’nun bir parçası haline
getirildiyse de, belli periyotlarda toplanarak iki ülke arasında enerji
konusunda işbirliğinin geliştirilmesi konusunda çözümler aramıştır. EPD’nin
yapılan turlarında enerji politikası yapımı, arz güvenliği, düzenleme ile
ilgili konular ile enerji verimliliği ve enerji teknolojisinin gelişimi gibi
konular ele alınmıştır.
16
[23] Wu Lei ve Liu Xuejun, “China or the
United States: Which Threatens Energy Security?” OPEC Review, 2007, 215-234.
Diyalog çerçevesinde Çin tarafı Amerikan enerji politikalarına adapte olmuş buna karşılık Amerikalılar da Çin’in beş yıllık plan çerçevesinde enerjiyoğunluğunu düşürmesi konusunda tecrübe edinmişlerdir.[24] ABD-Çin
Stratejik Ekonomi Diyalogu’nun ikinci toplantısında ABD ve Çin küresel enerji
güvenliğinin arttırılması için daha fazla adım atılması gerektiği üzerinde
görüş birliğine varmıştır. ABD ve Çin enerji verimliliğinin arttırılması,
enerji arz kaynaklarının çeşitlendirilmesi ve doğal kaynakların korunması
konusunda stratejilerinin yakınlaştırılması için daha fazla çaba gösterecekleri
garantisini vermiştir.[25] Dördüncüsü 4 Mayıs (2012)’da Beijing’de sona eren
Çin-ABD Stratejik ve Ekonomik Diyalogu toplantısının ardından yayınlanan ortak
basın metninde Çin ve ABD'nin ikili ilişkilerini ilerletmeyi
kararlaştırdıklarına işaret edildi. Basın metninde, iki ülkenin acil çözülmesi
gereken bir dizi bölgesel ve küresel konuda koordinasyon ve işbirliğini
güçlendireceklerine, böylece 21. yüzyılda yeni tip ilişki kuracaklarına karar
verildiği duyurulmuştur.
17
[24] Richard Weixing Hu, “Advancing Sino-U.S.
Energy Cooperation Amid Oil Price Hikes,” Brookings Northeast Asia, The
Brookings Institution, Mart 2008
[25] “The United States and China: Addressing
Energy Security, Climate Change, and Environmental Stewardship Together,”
-Sonuç
19. Yüzyılın başlarına kadar dünyanın diğer bölgelerine göre
oldukça gelişmiş bir ülke olan Çin, batıdaki sanayileşme devrimi sonrasında
Avrupalı devletlerin yakaladığı teknolojik gelişim ve deniz aşırı ticaret
karşısında duramayıp hızlı bir çöküş yaşadıysa da, 1949 yılından bu yana Çin’e
genel hatlarıyla bakıldığında, dört defa dış politikasını değiştirdiği
görülmektedir. 2000 yılına kadar olan dönemdeki Çin Dış Politikası'nın konusu; Soğuk Savaş dönemi Çin Dış Politikası,
Çin'in Bağımsız Dış Politikası, Soğuk Savaş sonrası Çin'in Yeni Dış Politikası
ile Çin'in Çok Yönlü Dış Politikası
olarak ana hatlarıyla ayrılabilirken, ülkenin ABD, Rusya, Japonya, AB, Afrika,
Ortadoğu, Türkiye, Orta Asya ve komşu ülkeler ile olan ilişkileri de bu süreçte
belirleyici olmuştur. Çin Halk Cumhuriyeti dış politikasının en önemli
unsurlarını 1990'lara kadar Sovyetler Birliği ve Amerika Birleşik Devletleri
ile kurmuş olduğu ilişkiler oluşturmaktadır. Soğuk Savaş’ın sona ermesinden
sonra da‘küreselleşme’ dünya
ekonomisinde ve siyasetinde yeni bir vizyonun oluşmasına neden olmuştur. Çin
yükselen ekonomik gücüne rağmen yeterli gücü oluşturuncaya kadar revizyonist
bir dış politikadan daha çok statükonun korunmasına yönelik, barışçı bir dış
politika takip etmiştir. Barış içinde bir arada yaşamak için de, şu beş temel
koşulun gerçekleşmesi gerektiğini vurgulamaktadır; diğer ülkelerin egemenlik ve toprak bütünlüklerine saygı,
mütekabiliyete dayalı olarak saldırmazlık, başka devletlerin iç işlerine karışmama,
eşitlik ve karşılıklı fayda. Öte
yandan, Çin eşitlik ve karşılıklı fayda ilkesi kapsamında büyük güçlerle
ilişkilerini geliştirerek bu güçlerin, Çin’in hızlı gelişmesini engellemeye
yönelik girişimlerini önlemeye çalışmaktadır. Bu kapsamda farklı stratejiler ve
geliştirilen dış politikalar ışığında Çin’in Afrika bölgesinde varlığı da vücut
bulur bir hal almıştır.
Bu politika ve uygulamalarının altındaki neden ya da
nedenler neydi denirse de ekonomik dönüşümü, enerji ihtiyacı ve siyasi
faktörler başlıca söylenebilir. Çin’in ekonomik
yükselişi yerel arz ve talebi arasında giderek büyüyen uçurumun oluşmasına
sebep olmuştur. Ve ihtiyaç duyduğu enerji kaynaklarını sağlamak için dışarıya
bakmak ve dolayısıyla da geleneksel kendi kendine yeterlilik politikasını terk
etmek zorunda kalmıştır. Bu ekonomik dönüşüm çerçevesinde geniş kömür
yataklarına sahip olan Çin, ihtiyaç duyduğu petrolün yarısını ithal etmek
zorunda kalmaktadır. Çin’in belirgin bir şekilde en fazla ithal ettiği enerji
maddesi olan petrol aynı zamanda bu ülkenin dış politikasını ve uluslararası
alandaki rolünü de önemli ölçüde etkilemektedir. Artan ithalat, tüketim ve
hızlı ekonomik büyüme, yirmi yıl kadar önce net petrol ihracatçısı olan Çin’i
petrol ve doğalgaz bağımlısı haline getirmiştir. Enerji konuları kaçınılmaz bir
şekilde Çin dış politikasını etkisi altına almaktadır. Bu da dış politika
davranışlarında Çin’in alternatiflerini önemli ölçüde sınırlamaktadır. Bu
nedenle de Çin dış politikası, küresel enerji sistemine entegre olmayı sağlayacak
şekilde tasarlanma zorunluluğu ile karşı karşıya kalmaktadır.
Ülkenin bölge
üzerindeki ilk aracı, 2000
yılında Çin Devlet Başkanı Jiang Zemin’in girişimi ile tüm bu stratejileri
çerçevesinde, 44 Afrika
ülkesi ile ticaret ve ortaklık geliştirmek amacı ile Çin-Afrika İşbirliği
Forumu’nun (FOCAC) kurulması
şeklinde tanımlanabilir. Çin, bölgedeki bir dizi faaliyetleri
çerçevesinde bölge ile kurduğu ilişkilerinde özel şirket girişimleri lehine
uygun ve vadeli krediler vermek, elverişli ticaret koşulları politikası
yürütmek, ya da ilişkilerin daha da güçlenmesi ve genişlemesi için devamlı
yüksek düzeyde ziyaret ve görüşmeler gerçekleştirmek gibi çok çeşitli
stratejiler izlemektedir.
İlk etapta Ortadoğu’daki gelişmeler sebebiyle, Çin’in
Afrika kıtasına artan ilgisi Batı’da yeteri kadar ilgi görmemiştir.[26] Ancak
zamanla, Çin’in ulusal petrol şirketleri aracılığı ile Afrika’da enerji
güvenliğini sağlama arayışları ABD’yi ve Avrupa’yı endişelenir hale gelmiştir.
Çin’in bölgedeki girişimleri, bu ülkelerin kıtadaki çıkar ve politikalarına
tehdit olarak algılanmaktadır.[27]
Batılı ülkeler Çin’i, ulusal petrol şirketleri yolu ile merkantilist bir
politika izlediği yönünde suçlamaktadırlar. Onlara göre kendileri böylesi bir
politikayı çok önceden terk etmişlerdir. Ayrıca yine Çin’in bu politikasının
enerji darboğazına neden olduğunu da ileri sürmektedirler.
Öt yandan, Afrika
ülkelerinin Çin’i algılayış biçimleri de, yine Afrika’nın batıyı algılayış
biçiminden oldukça farklıdır. Çin’in sömürgeci bir geçmişinin olmayışı ve Afrika
ülkelerini kalkınma sürecinde yoldaş olarak görmesi bu ülkelerin Çin’e bakış
açısını şekillendirmektedir. Afrikalı siyasi liderler Batı’nın sağladığı
yardımların bölge ülkelerinin yönetim biçimine karışmaları ve insan haklarının
iyileştirilmesi gibi koşullara bağlı olarak verilmesini nahoş ve “yeni
sömürgecilik” olarak tanımlamakta ve bu tavrı, kendi ülkelerine batı
değerlerinin dayatılması olarak algılamaktadırlar.
Tüm bu çıkar çatışması
içerisinde, karşılıklı eleştiriler geliştirilen stratejilerle birlikte durumun
çok farklı bir yönü de vurgulanmalıdır ki o da esas itibariyle Amerikan ve Çin petrol politikaları
arasında ciddi benzerlikler olduğudur.
Bu nokta dikkate alındığında ABD ve Çin’in benzer kaygılarının olduğu
kaçınılmazdır. Bu da iki güç arasında en azından petrol konusunda işbirliği
potansiyeli olduğu anlamına gelmektedir. Bu tablonun zorunlu kıldığı işbirliği
ile ilgili olarak somut adımlar ilk olarak 2000’li yıllarda atılmaya
başlanarak, 2004 yılında Çin-Amerikan Enerji Politikası Diyalogu (EPD)
kurulmuştur. Dördüncüsü 4 Mayıs (2012)’da Beijing’de sona eren
Çin-ABD Stratejik ve Ekonomik Diyalogu toplantısının ardından yayınlanan ortak
basın metninde Çin ve ABD'nin ikili ilişkilerini ilerletmeyi
kararlaştırdıklarına işaret edildi. Basın metninde, iki ülkenin acil çözülmesi
gereken bir dizi bölgesel ve küresel konuda koordinasyon ve işbirliğini
güçlendireceklerine, böylece 21. yüzyılda yeni tip ilişki kuracaklarına karar
verildiği duyurulmuştur.
18
[26] Chris Alden, “China in Africa,” Survival, Cilt 47, No. 3 (2005): 147-164
[27] Erica S. Browns, “The Fact and
Fiction of Sino-African Energy Relations,” China
Security, Cilt 3, No. 3 (2007): 42
Kaynak:
Ø Erica Downs, “China’s Quest for Overseas
Oil,” Far Eastern Economic Review, Eylül
2007
Ø
Richard
Weixing Hu, “Advancing
Sino-U.S. Energy Cooperation Amid Oil Price Hikes,” Brookings Northeast Asia,
The Brookings Institution, Mart 2008
Ø
Sergei
Troush, “China's
Changing Oil Strategy and its Foreign Policy Implications,” Center for
Northeast Asian Policy Studies, The Brookings Institution, 1999
Ø
David
Hale ve Lyric Hughes Hale, “China Takes Off,” Foreign Affairs, Cilt 82, No. 6 (2003)
Ø
Jeffrey
A. Bader, “China’s Emergence and its Implications for the United States,” John
L. Thornton China Center, The Brookings Institution, Washington, 14 Şubat 2006.
Ø
Erica
S. Browns, “The Fact and Fiction of Sino-African Energy Relations,” China Security, Cilt 3, No. 3 (2007)
Ø
Daniel
Yergin, “Ensuring Energy Security,” Foreign
Affairs, Cilt 85, No. 2 (2006)
Ø
David
Zweig ve Bi Jianhai, “China’s Global Hunt for Energy,” Foreign Affairs, Cilt 84, No. 5 (2005)
Ø
Wu Lei
ve Liu Xuejun, “China or the United States: Which Threatens Energy Security?” OPEC Review, 2007
Ø
R.
Manning, “The Asian Energy Predicament,” Survival,
Cilt 42, No. 3 (2000)
Ø
Flynt
Leverett ve Jeffrey Bader, “Managing China-US Energy Competition in the Middle
East,” Washington Quarterly, Cilt 29,
No. 1 (2006)
Ø
Heinrich
Kreft, “China’s Energy Security Conundrum,” The
Korean Journal of Defense Analysis, Cilt XVIII, No. 3 (2006)
Ø Christian Constantin, “China’s Conception
of Energy Security: Sources and International Impacts,” Working Paper, No. 43, Mart 2005.
Ø “China’s Worldwide Quest for Energy
Security,” International Energy Agency, 2007.
Ø
Erica
S. Downs, “China’s Role in the World: Is China a Responsible Stakeholder?” The
Brookings Institution, US-China Economic and Security Review Commission
(ABD-Çin Ekonomik ve Güvenlik İnceleme Komisyonu önünde açıklama), 4 Ağustos 2006.
Ø
Erica
S. Downs, “The Chinese Energy Security Debate,” The China Quarterly, Cilt 177, No. 1 (2004)
Ø Chris Alden, “China in Africa,” Survival, Cilt 47, No. 3 (2005)
Ø Erica Downs, “China,” Energy Security Series, The Brookings Foreign Policy Studies,
Brookings Institution, Aralık 2006
Ø “The United States and China: Addressing Energy
Security, Climate Change, and Environmental Stewardship Together,”
Ø Robert Priddle, I nternational Energy Agency/China’s Worldwide Quest for
Energy Security
Ø
Christian Constantin,
China’s Conception of Energy Security: Sources and International Impacts No. 43, March 2005
Ø
Hongyi Harry Lai, China’s Oil Diplomacy: is it a global security
threat? Third World Quarterly, Vol. 28, No. 3, 2007,
Ø
Erica S. Downs, Before the US-China Economic and
Security Review Commission China’s Role in the World: Is China a Responsible
Stakeholder? August 4, 2006
Ø
Erica S. Downs, The Fact and Fiction of
Sino-African Energy Relations,
China Security, Vol. 3 No. 3 Summer 2007
Ø
Zweig, David; Jianhai, Bi,
China's Global Hunt for Energy, Foreign
Affairs, Sep/Oct2005, Vol. 84 Issue 5
Ø
Wu Lei and Liu Xuejun, China or the United States: which threatens energy security?, September 2007
Ø
Leverett,
Flynt-Bader,
Jeffrey, Managing China-U.S.
Energy Competition in the Middle East, Winter2006,
Vol. 29 Issue 1
Ø
Sautman, Barry;Hairong, Yan The Forest for the Trees: Trade, Investment and the China-in-Africa
Discourse Pacific
Affairs; Spring 2008;
Ø
Jiang, Wenran, China’s
Global Quest For Energy Security, Canadian Foreign Policy; 2006
Ø
Dr. Xuecheng Liu, China’s Energy Security and Its Grand Strategy, September 2006
Ø
Jeffrey A. Bader- Richard C. Bush III, Contending with the Rise of China
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder